SİYASET
4.12.2024 21:47

Demokratlık ve Demokrasi

Mehmet Ali Kaya
Mehmet ALİ KAYA
Demokratlık ve Demokrasi

Demokratlık insanlığın her nevi istibdat ve baskı yönetimlerinden kurtuluşu aramanın sonunda kazanılan zaferin adıdır. İslam dünyasında Hz. Muhammed’in (asm) 632 tarihinde “Veda Hutbesi” ile temellendirdiği, Hulefa-i Raşidin’in sistemli şekilde uyguladığı yönetim sistemidir.

Demokratlık insanlığın her nevi istibdat ve baskı yönetimlerinden kurtuluşu aramanın sonunda kazanılan zaferin adıdır. İslam dünyasında Hz. Muhammed’in (asm) 632 tarihinde “Veda Hutbesi” ile temellendirdiği, Hulefa-i Raşidin’in sistemli şekilde uyguladığı yönetim sistemidir. Batıda ise kökleri yönetim sistemi ve siyasi olarak 1215 yılında İngiliz kralının yetkilerinin kısıtlanması ve derebeylere karşı halkın bazı haklarının kazanımı olan Magna Carta sözleşmesine dayanır. Kilisenin ve kralın Allah tarafından hakimiyeti  sağlamak için görevlendirildiğine inanılan kutsal yönetim anlayışının yıkılmasını sağlamıştır. Magna Carta ile kralların ve kilisenin gücü azalmış ve tartışılmaya başlamıştır. Kralın yanına istişare edeceği lordlardan oluşan bir parlamento tesis edilmiştir. (Nurşah Aksoy, Tarihe Yön Veren Olaylar; s. 40-41.)

Magna Carta’nın en önemli maddesi “Hür hiç kimse kendi benzerleri tarafından ülke yasalarına göre yasal bir şekilde muhakeme edilip hüküm giymeden tutuklanmayacak, hapsedilmeyecek, mal ve mülkünden yoksun bırakılmayacak, yasa dışı ilan edilmeyecek, sürgün edilmeyecek veya hangi şekilde olursa olsun zarara uğratılmayacaktır” (Md-39.) maddesi olmuş ve bu madde daha sonraki hukuk sisteminin temelini oluşturmuştur.

Fransa’da 1789 halk ayaklanması ile yine baskıcı krallara ve derebeylere karşı elde ettiği haklar sonucu meşruti yönetime geçilmiştir. Fransız İhtilali'nden sonra, Fransız Ulusal Meclisi tarafından, “Fransa İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi” kabul edilmiştir. Bildirge; insanların eşit doğduğunu ve eşit yaşamaları gerektiğini, insanların zulme karşı direnme hakkı olduğunu, her türlü egemenlik esasının millete dayalı olduğunu ve mutlak egemenliğin bir kişi ya da grubun elinde bulunamayacağını, devleti idare edenlerin esas olarak millete karşı sorumlu olduğunu, hiç kimsenin dini ve sosyal inançları yüzünden kınanamayacağını söylüyordu.

Osmanlı’ya gelince İslam’ın “adalet” emri gereği padişahlar halka baskı uygulamıyor, haklar ve hürriyetler bir derece korunuyordu. Ancak gayr-i müslim azınlıklar ikinci sınıf vatandaş kabul ediliyor ve Müslümanların sahip olduğu tüm haklardan mahrum ediliyorlardı. Batıda başlayan hürriyet ve meşrutiyet mücadelesi ve milletlerin hürriyetlerini elde etmeleri iddiası ile ırkçılığın öne çıkarılması Osmanlı devletindeki azınlıkların haklarını istemeleri üzerine 1839 Tanzimat Fermanı, (Gülhane Hatt-i Hümayunu) ile başlamıştır. 1876 Kanun-i Esasi’nin hazırlanarak Meşrutiyet’in ilanı ile demokratik yönetime geçilmiştir. Ama ne var ki istibdattan nemalananlar 1909 31 Mart Kalkışması, 1913 Bab-ı Ali Baskını, 1. Dünya Savaşı sonrası 1923 TBMM’nin tatil edilmesi ve CHF’nin kurularak muhalefete imkan verilmeyerek baskın bir seçimle ve baskıcı Cumhuriyet anlayışı ile Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetilmesi ile istibdat devam etmiştir. II. Dünya Savaşı sonrası “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”nin kabulü ve Demokratik ülkeleri Baskıcı sistemlere karşı korumak için kurulan NATO’nun ülkemizin de Demokrasi’ye geçmesi halinde Komünist Rusya’ya karşı korumak için NATO’ya alacakları vaadi üzerine siyasi partilerin kurulmasına izin verilmesi ile DP’nin 1950’de iktidarı ile Demokrasi’ye geçilmiştir. Baskıcı yönetimden nemalananlar 1960 askeri darbesi, 1971 Askeri muhtırası, 1980 askeri darbesi ve 1997 Post Modern parlamento darbesi ve 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü ile baskıcı istibdat yönetimlerini devam ettirmişlerdir.

Osmanlı’da demokrasi ve hürriyet hareketi gayr-i müslim azınlıklar tarafından başlatıldığı için okumuş aydınların ve Avrupa’ya giden Jön Türklerin hürriyet, meşrutiyet ve meşveret üzerine tesis edilmek istenen demokratlık avam tabakasında etkin olan ulemanın, medrese ve tekke mensuplarının batıdan gelen ve gayr-i Müslimlerin istediği hürriyet ve meşrutiyete, demokrasi ve demokratlığa karşı direnmeleri ile tam anlaşılamamış, sahiplenilmemiştir. Bu sebeple Bediüzzaman’ın “Bir millet cehaletle hukukunu bilmezse ehl-i hamiyeti de müstebit yapar” şeklindeki tespitini haklı çıkarmış ve devamlı istibdat ve baskıcı yönetimlere destek olmasını sağlamıştır. Baskıcı yönetimi isteyen idareciler de halkın bu cehaletinden çokça istifade etmişler ve baskıcı yönetimlerini devam ettirerek kendilerine destek veren halkı ezmiş ve fakir bırakmışlar, kendileri ise “İtibardan tasarruf olmaz” zihniyeti ile milletin malını israf etmiş ve kendi mülkiyetlerine geçirerek milletin sırtından zengin olmuş ve refah içinde yaşamaya devam etmişlerdir.

Jön Türklerin Batı’dan getirdiği demokratlık ise halka hizmeti, yönetimde İslam dininin emrettiği hürriyet, adalet ve meşveret ile beraber kanun hakimiyetini sağlayan, şahısların hakimiyetine son veren bir yönetim sistemidir. Bu sisteme “Demokrasi” denmiş, bu sistemi isteyenlere de “Demokrat” denilmiştir.

Demokratlık budur.

Youtube Kanalıma Abone Olun!

Düzenli olarak paylaştığımız videoları kaçırmayın.

Abone Ol