
Kur’an’ın dili “Din Dilidir.” Her ilmin bir dili vardır. O dil bilinmezse o ilmin ifade ettiği yüksek manalar anlaşılamaz. Matematiğin, hukukun, tıbbın, biyolojinin, astronominin, tabiat bilimlerinin, sosyolojinin, felsefenin velhasıl her ilmin kendine has bir dili vardır. İlim adamlarının kitaplarının zor anlaşılması bundandır.
Bediüzzaman, Kur’an’ın tercümanı olarak Kur’an-ı Kerim’i asrın idrakine uygun tefsir etmiştir. Kur’an-ı Kerim Arapça olarak nazil olmuştur; ama saf Arapça değildir. Yani Arap halkının kolaylıkla anlayacağı dilden değildir. Kur’an-ı Kerim’de Arapların bilmediği, duymadığı ve anlamadığı pek çok kelime vardı ve Sahabeler Peygamberimize (sav) gelerek “Bu ne demektir?” diye soruyorlardı. Hatta Peygamberimize gelerek “Rahman nedir?” (Furkan, 25:60) diye sorduklarını Kur’an bize haber vermektedir. Peygamberimiz (sav) bile Kur’an nazil olmadan önce “Rahman ve Rahim”i bilmiyor, yemek yerken “Bismillahi’l-Ahad” diye yemeğe başlıyordu. Kur’an nazil oldukça, okundukça, yeni yeni kelimeleri öğrenip ibadette kullandıkça hayata hâkim oldu. Herkesin anladığı ama manasını tam bilemediği kelimeleri biliyor gibi kullanmaya başladılar. Mesela “Selamün Aleyküm” Kur’anî ve İslami bir tabirdir. Devamlı selam veririz; ama anlamını yine bilemeyiz. Bu bir deyimdir, açılımı iki kelime ile ifade edilemez. İzahı sayfalara sığmaz. Aynı şekilde “Sübhanallah” “Elhamdülillah” “Allahü Ekber” ve “Lâ ilâhe İllallah” gibi vahiyle dilimize giren kavaramlar da böyledir.
Kur’an’ın dili “Din Dilidir.” Her ilmin bir dili vardır. O dil bilinmezse o ilmin ifade ettiği yüksek manalar anlaşılamaz. Matematiğin, hukukun, tıbbın, biyolojinin, astronominin, tabiat bilimlerinin, sosyolojinin, felsefenin velhasıl her ilmin kendine has bir dili vardır. İlim adamlarının kitaplarının zor anlaşılması bundandır. İnsanların genellikle zorlanmadan anladığı dil, konuşma dili, hikâye ve masal dilidir. İlim ise hikâye ve masal değildir ki herkes zorlanmadan anlasın. Bir şeyi gerçekten öğrenmek isteyen onu öğrenmek için çaba göstermelidir. İngilizce için “Bu dil ağır, ben anlamıyorum” diye karşı çıkana hiç rastlamadım. Öğrenmek isteyen zaten zorluğunu kabul ederek öğrenmek için çaba harcayanlardır. Talebeler de her dersten zorlanırlar. Zorluğunu bilerek öğrenmek için gayret gösterenler başarılı olurlar. Yeni kelimeleri öğrenmekten kaçınanlar asla başarılı olamazlar.
Kur’an’ı anlamak, imanı ve dini öğrenmek isteyenler de dinin yüksek, ilâhî, ruhanî ve uhrevi kelimelerini öğrenmek durumundadırlar. Bunların ne Arapçada ne de bir başka dilde karşılığı yoktur. Kur’an’da ne ise odur ve Peygamberimiz nasıl bildirmiş ise öyledir. Bunların izahı olur ama bir başka dile tercümesi olmaz. Çünkü hiçbir dilde karşılığı yoktur. Değiştirmeye çalışmak dini tahrip ve bozmaktır. Bunun için dini bozmak isteyenler önce dilini tahrif ederek işe başlıyorlar.
Meseleyi misallerle anlatalım: “Bismillahirrahmanirrahim” ifadesinin hiçbir dilde karşılığı yoktur. Türkçeye “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adı ile” diye tercüme ediliyor. Bu tercüme midir yoksa tekrar mıdır? Bu tekrardır. Burada Rahman, Rahim, Allah lafızları aynen duruyor. “Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adı ile” deniyor. Bu da Besmele’nin ifade ettiği anlamı karşılamaktan çok uzaktır. Besmele ile hiç alakası yok, tamamen tahriftir. Esirgemek “Selam”, “Mü’min” kelimesinin ifadesine yakındır. Bağışlamak ise “affetmek”, yani “Afuv” kelimesinin karşılığıdır. “Rahman ve Rahim” ile alakası yok gibidir.
Allah’ın bin bir ismi vardır. Bunların hepsi yeni kelimelerdir. Allah’ın adıdır. İsimler değiştirilemez ve tercüme edilemezler. Ancak ilim adamları insanların anlayacağı şekilde kendi bilgilerine göre bunları izah ederler. Ayrıca ibadete ait tabir ve terimler ilâhîdir ve dolayısıyla onları inzal edildiği gibi öğrenmek ve okumak gerekir. Bundan dolayı ibadet dili olan “Vahiy dili” dışında ibadet yapılamaz. Bunun için Türkçe veya bir başka dilde ezan okunamaz ve namaz kılınamaz. Kur’an-ı Kerim’in tercümesi veya meali ibadet amacı ile okunamaz. Ancak manasının anlaşılması için okunabilir, bu da ibadetten ziyade ilim olur. İlmin ibadet yönü vardır; ama ibadetin ilim yönünün olması gerekmez.
İbadet dili olan “Sübhanallah”, “Elhamdülillah”, “Lâ ilâhe İllallah”, “Allahu Ekber” kelimeleri özel isimdir, değiştirilemez ve hiçbir dile tercüme edilemez. Tesbih, tekbir, tehlil, tahmid ulvi birer hakikattir, onların unvanı olan kelime ve kelamlar dışında bu ulvî hakikatleri anlatmak imkânsızdır. “Allahu Ekber”, Allah büyüktür, demek değildir. Bu cismaniyata izafe edilen bir kelimedir. Allah cisim değildir ki büyüklüğü büyük diye ifade edilsin. Allah Ekberdir. Allah rahmeti, inayeti, ilmi, iradesi, kudreti büyük olandır. Böylece Allah’ın büyüklüğü bin bir esma ve sıfatı içine alacak şekilde anlaşılması gerekir. Bunun ifadesi ise “Allahu Ekber”dir. Aynı şekilde Allah birdir demekle “Lâ ilâhe İllallah” hakikati ifade edilemez. Bu hakikatin, bütün mahlûkatın şahadetini tazammun eden ve her şeyin delaletini içine alan ve tüm kâinat ve kâinat ötesi âlemleri ihtiva eden bir anlamı vardır. Bediüzzaman bu hakikati 130 risale ile izaha çalışmıştır. Nasıl tercüme ile kısır bir anlama hapsedilebilir? Sübhanallah, tesbihin adıdır; Elhamdülillah ise tahmidin. Her birisi satırlar ve sayfalar ile ifade edilemeyen hakikatlerin tercümanıdır. Dar bir manaya hasrını asla kabul etmez.
Bunların dışında ahiret âlemlerine, Cennet ve Cehenneme ait isimler, mekân isimleri ve meleklerin isimleri isim oldukları için hiçbir dile tercüme edilemez. Çünkü “özel isim”dirler. Özel isimler tercüme edilemez. Şahsa ait “Ali” ismi veya mekâna ait “İstanbul” ismi bir başka dile mana olarak tercüme edilemez. Ali’nin anlamı “yüksek”, İstanbul’un anlamı “Bizans İmparatoru Konstantin” şeklinde tercüme edilemez. Artık bu isimler “alem” olmuş ve kelime anlamı dışında başka manaları ifade eder hale gelmişlerdir. Bu bakımdan dine ve imana ait kelime ve kelamlar bir başka dile tercüme edilemezler.
Bir ilmi anlamak için o ilmin dili olan terimleri iyi bilmek gerekir. Bir felsefe öğrencisi hocasına “Ben kitabınızı okudum; ama hiçbir şey anlamadım” demiş. Hocası: “Evladım bir daha oku” diyerek onu kitabı yeniden okumaya yönlendirmiş. “Yine anlamadım” deyince yine “bir daha oku” demiş. Talebe üçüncü okuyuşunda “Biraz anladım efendim” demiş. Bunun üzerine hocası “Seninle felsefe üzerine artık konuşabiliriz” diyerek ona felsefeyi öğretmeye başlamış. Felsefeyi anlamak için defalarca okumak gerekirse iman hakikatlerini anlamak için Risale-i Nur eserleri neden defalarca okunmasın?
Risale-i Nur’un dili çok sadedir ve anlaşılır bir Türkçe ile yazılmıştır. İslami ve imani hakikatleri bundan daha sade ve anlaşılır şekilde ifade ve izah eden bir başka kitap yoktur. İlmihal ve kelam kitapları ile Kur’an tefsirleri daha karmaşık, ağdalı ve anlaşılmaz bir dille yazıldıkları halde Kur’an’ın ifade ettiği yüksek hakikatleri izah etmekten de maalesef çok uzaktırlar. Sadeleştirme çalışmaları da yapılmakta; ama o zaman da yüksek hakikatler feda edilerek kısır bir mana ile işin hakikatinden uzaklaşılmaktadır. Risale-i Nur’u okuyanlar anlaşılır bir Türkçe ile bu ulvî hakikatleri anlayacak ve kavrayacak yüksek seviyeye çıkıyorlar. Bediüzzaman’ın devamlı olarak nazarları Risale-i Nur’a çevirmesi ve okumaya teşvik etmesinin sebebi Kur’an’ın dine ve imana, ilâhiyata ve ahirete ait yüksek hakikatlerinin anlaşılmasını sağlamaktır.
Sonuç
Konuyu özetleyecek olursak, din ve iman insanın ruhî ve manevi yönüne hitap eden yüksek hakikatler mecmuasıdır. Manevi ve ruhî, melekûtî ve uhrevi âlemleri ve bunlardaki ulvî hakikatleri anlatan kelime ve ifadeler de elbette buna uygun ulvî manaları ifade eden kelimeler olacaktır. Yüksek ve ulvî hakikatler günlük ihtiyaç dili ile ifade edilemezler. Bunun içindir ki her ilmin kendine has dili ve bu dilden meydana gelen literatürü vardır. Bu dil bilinmezse o ilme ait hakikatler akıl tarafından anlaşılamaz. Bir ilimde bilgi sahibi olmak isteyen mutlaka onun dilini bilmek durumundadır. Din ve iman da böyledir. Dini anlamak ve imanı elde etmek isteyenler de bu ilmin dilini ve literatürünü öğrenmek durumundadırlar. Hiçbir ilmin dili sadeleşme kabul etmediği gibi, din dili de sadeleşme kabul etmez. İlim dili, hangi ilim olursa olsun kendi dili ile öğrenilebilir. İlim dili beynelmileldir. Tüm milletlerin ortak dilidir. İlim dilini sadeleştirmek o ilmi yok etmek anlamını taşır. Bundan dolayıdır ki, ilmî terim ve tabirlerin bir başka dilde karşılığı da bulunmaz ve bunlar tercüme kabul etmez.
Kaynak: Köprü/Bahar-2008 Sayı:102.