Varlık insan ile değer kazanır. İnsanın olmadığını varsaydığımız zaman varlığın da bir değeri kalmaz. Kâinatta her şey insanın ihtiyaçlarına cevap verecek bir şekilde düzenlenmiştir.
Varlık insan ile değer kazanır. İnsanın olmadığını varsaydığımız zaman varlığın da bir değeri kalmaz. Kâinatta her şey insanın ihtiyaçlarına cevap verecek bir şekilde düzenlenmiştir. Her varlık gerek manevi, gerekse maddi varlık insanın bir ihtiyacına cevap vermektedir. Değil dünyadaki varlıklar uzayda ışığı dünyaya gelen bir yıldızın dahi insan hayatı üzerinde bir etkisi ve bir ihtiyacını gidermeye yönelik faydası vardır ki buna İslam bilginleri “hikmet” adını vermişlerdir.
Bundan iki bin yıl önce bilgiye “felsefe” bilginlere de “filozof” denilmekteydi. Bin yıl önce de bilgiye “hikmet” bilginlere de “hakîm” adı verilmişti. Günümüzde ise bilgiye “Bilim” bilginlere de “Bilim Adamı” denmektedir. “İsimlerin değişmesi gerçekleri değiştirmez” kuralından hareketle gerçekte değişen bir şey yoktur.
Varlıkların hikmetleri ve faydaları araştırılırken hep “insan odaklı” ve insana sağladığı veya sağlayacağı fayda yönü ile değerlendirilir. Mesela, bitkilerin ve hayvanların faydaları dendiği zaman insana olan faydası ve insan hayatına sağladığı veya sağlayacağı katkılar araştırma konusu olur. Sonuçta görülür ki her varlık direkt veya dolaylı olarak insana hizmet etmek için programlanmıştır. Burada bir kast ve iradenin varlığı söz konusudur.
İki bin beş yüz yıl önce Sokrates insan ile varlık arasındaki münasebeti ortaya koymak için “insanın kendisini tanıması” tezini ortaya atmıştır. Bu sebeple batılı filozoflar “Sokrates felsefeyi göklerden yere indirdi ve hatta evlerin içine sokarak insan hayatına ve ahlakına hizmet edebilecek düzeye indirdi” demişlerdir.
Felsefe hayal etmek ve insanları göklerde gezdirmek değildir. Hayatı ve hayata yardımcı olanı sorgulamak ve insan ile varlık arasındaki anlamlı münasebeti keşfetmek demektir. Gerçekçi bir düşüncenin ürünü olmayan hayali şeyler her ne kadar hayal dünyamızı süslese de insana bir katkı sağlamaz. Bunun için Sokrates ile birlikte varlığın ve insanın incelenmesi net bir şekilde yapılmaya başlandı. Bu Aristoles ile devam etti. Daha sonra Felsefe “Tabiat Bilgisi” ve “İnsan Bilgisi” şeklinde ikiye ayrıldı. Tabiat bilgileri de “Fizik ve Matematik” olarak ikiye ayrılırken, insan bilgisi de “Mantık ve Etik” olarak iki sahada incelenmeye başladı. Bundan sonra bilim artık insanı inceleyen bilimler ile tabiatı araştıran bilimler olarak iki ayrı dalda gelişmeye başladı. Ne zaman insan ile varlık, insan ihtiyaçları ile eşya arasında münasebet kurulmaya başlandı o zaman bilimler insana hizmet amacına yöneldi.
Müspet ilimler genellikle sebep-sonuç ilişkine bakar ve “nedensellik” prensibini benimserler ve somut kavramları incelerler. Felsefe ise genel olarak “Sosyal Bilimler” üzerinde kafa yorar ve daha ziyade soyut kavramlar üzerinde durur. İnsan odaklı bir yaklaşımı esas alarak sosyal hayat, insan psikolojisi ile bilim arasında bağ kurar ve gerçekçi sonuçlar çıkarmaya, bilimin verilerini insana hizmete yönlendirmeye çalışır.
“Sosyal bilimlerden “politika” mümkün olanın sanatı ise, “bilimsel araştırma” da çözülebilir olanın sanatıdır” der Peter Medawar. Aslında her ikisinin de ortak noktası “çözüm” dür. Politikacılar insanlara arasındaki olumsuz ilişkileri tatlı bir çözüme bağlayarak toplumda yaşayan insanların yararına hizmet ederler. İlim adamları da insanın bireysel ihtiyaçlarına ve problemlerine çareler üretmek amacı ile tabiata ve eşyaya yönelirler. Sonuçta bu çözümlerin “bilim” olabilmesi için “üzerinde evrensel fikir birliği oluşturacak yargıları” netice vermesi gerekir. Bilimin en belirgin özelliği “evrensel” olması ve ilim adamlarının üzerinde “fikir birliği” etmiş olması gerekir. Sonuçta bilim ve felsefe “doğru” kavramı üzerinde örtüşürler.
Felsefe de bilim de sonuçta varlık üzerinde yorum yapar ve insan ile varlık ilişkisine dikkatleri çeker. Varlığın odağında insan olduğuna göre insanı varlığın odağına koyan, varlığı onun etrafında toplayan ve insanın ihtiyaçlarına uygun olarak yaratanın “ilim, irade ve kudretini” görmezlikten gelmek mümkün müdür?