
Havf ve reca birbirini tamamlayan iki ayrı dini terimdir. Havfsız reca emn ve gurur vesilesidir. Recasız havf ise Allah'ın nimetlerinden ümit kesmeye sebeptir. İmanın hakikati bu ikisinin imtizacından doğar. Havf Allah korkusu ile günahlardan sakınmaktır. Bu insanı Allah'ın öfkesinden ve cehennem azabından korur.
Havf ve Reca Nedir?
Havf ve reca birbirini tamamlayan iki ayrı dini terimdir. Havfsız reca emn ve gurur vesilesidir. Recasız havf ise Allah'ın nimetlerinden ümit kesmeye sebeptir. Her ikisi de büyük günahtır. İmanın hakikati bu ikisinin imtizacından doğar.
Havf Allah korkusu ile günahlardan sakınmaktır. Bu insanı Allah'ın öfkesinden ve cehennem azabından korur. Reca ise Allah'ın rahmetine bel bağlamak ve rahmetini ummaktır. Bu ise insanı farzları yapmaya ve Allah'ın rızasına, sonuçta cennete ve ebedî saadete sebeptir. Havfullahtan ilim, rahmet ve rıza doğar. İmanım kemali ilimle, ilmin kemali ise Allah korkusuyladır. İlim imanı, korku da marifet-i ilâhiyeyi kazandırır.
İmanın tadını, halâvetini bulan kimse haşyet sahibidir. Havf ve haşyete ise Allah ve Resulünü sevmekle ulaşır. Havf ve haşyete ise Allah’ı ve resulünü sevmekle ulaşılır. Allah ve Resulünün rızası da kulun havf ve reca ile haramlardan kaçmasında ve farzları yapmasındadır.
Havf dediğimiz Allah korkusu Allah’ı bilmek ve tanımak demek olan marifetullahda, yani Cenab-ı Allah'ın celal ve azametini bilmeye bağlıdır. Yüce Allah'ın azamet ve kibriyasından havf ve haşyet üzere olmak haramlardan insanı korur ve o dereceye ulaştırır ki kişi şüpheli şeylerden de kendisini çeker, bir şüpheli şeyden kaçmak için helal olan nimetlerin dahi azı ile iktifa eder ki bu hale “verâ” denir. Havf sonuçta kişiyi vera sahibi yapar.
İlim insanı Allah korkusuna ulaştırır. Allah korkusu vermeyen ilim hakiki ilim değildir. Bu husus Kur’ân-ı Kerimde “Allah’tan ancak ilim sahipleri korkar” (Fatır, 35:28) ayeti ile sabittir. Peygamberimiz (sav) de “Hikmetin ve ilmin başı Allah korkusudur” buyurarak bu ayeti izah etmişlerdir.
İlim iman etmeye, iman ise Allah'ın birliğine insanı götürür. Bu nedenle Allah'ın birliğine inanan kimse cahil sayılmaz. Cahil oldur ki ilim kisvesi altında Allah'ın birliğinden gafildir. Kişiye ilim olarak Allah’ı bilmek yeterlidir. Allah korkusu ve sevgisi vermeyen ilim cehildir.
Allah korkusu Allah’ı sevme iddiasından daha önemlidir. Zira Allah’tan korkan yine ona sığınır ve haramlardan kaçarak Allah'ın rahmetine ve sevgisine liyakat kesbederler. Allah’ı sevdiğini iddia edenler ise bu sevgi ümidi ve emniyeti ile günahlardan kendilerini çekmeyerek Allah'ın affını ümit ederek gaflete düşer ve sonunda helak olurlar. Bu nedenle yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde kullarını uyararak “Şeytan Allah ile sizi aldatarak helakinize sebep olmasın” buyurur. (Nisa, 4:120; Lokman, 31:33)
Allah sevgisi kuru bir iddia olmamalıdır. Nitekim Yahudiler ve Hıristiyanlar da Allah’ı sevdiklerini ve Allah'ın da kendilerini sevdiğini iddia ederler. Ama yüce Allah Kur’ân-ı kerimde “Allah’ı seviyorsanız Allah'ın kendisini sevdiği Resulüne uyun ki Allah da sizi sevsin” (Âl-i İmran, 3:31) buyurur.
Bu nedenle havf, iman kuvveti ve yakînin kendinde zuhur etmesidir. Allah’a ahirete kabir azabına yakînen inanmakla beraber nefsine hâkim olmak ve cennete layık olmak için nefsini ibadet ve taate alıştırmak ve buna devam etmek gerekir. Hz. Ali (ra) “Cennete müştak olanlar şehvetlerinden uzaklaşırlar, cehennemden korkanlar da haramdan kaçarlar” buyurur. Bunun için insan daima nefsi ile mücahede, zikre ve tefekküre devam ile hakka olan marifette kemale ulaşmak gerekir.
Marifetullah’dan sonra “Muhabbetullah” gelir. Allah’ı bilen Allah’tan korkar ve Allah’ı sever, ibadetle Allah’a kendisini sevdirmeye çalışır. Muhabbet ise mahbubun işlerine rıza, kendisine güven ve itimadı netice verir.
Havf (Allah Korkusu)
Çocuk yılanı görse korkmaz. Çünkü yılanın ne olduğunu ve korkulacağını bilemez. Ailesi ona yılandan korkulacağını öğretir. O zaman korkar. Yırtıcı ve zehirli hayvandan korkması, nasıl idrak ile mümkün ise Allah'ın da Kahhar ve Cebbar olduğunu idrak ederse o zaman Allah’tan korkar. Bu nedenle Allah’ı sevmek için de korkmak için de “Marifetullaha” ihtiyaç vardır.
İnsan Allah’tan korkmalıdır. Bu konuda Kur’ân-ı Kerimde Allah'ın pek çok ayetleri vardır. “Ey İman edenler! Allah’tan korkun! Kişi yarın için ne hazırladığına baksın. Allah’tan korkun. Çünkü Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Haşr, 59:18) buyurur. Her şeyden önce “Takva” kelimesi “Allah’tan korkmak” anlamına gelir. Atalarımız “Kork Allah’tan korkmayandan” demişlerdir.
Havfın Dereceleri
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Allah katında sizin en keriminiz ve en şerefli olanınız Allah’tan en çok korkanınızdır” (Hucurat, 49:13) buyurur. Bu konuda asrımızda en güzel örnek Bediüzzaman Said Nursi’dir. Talebeleri onun için “Biz de Allah’tan korkuyoruz; ama sizin ödünüz kopuyor” derlerdi.
Allah’tan korkmanın dereceleri birincisi, haramlardan kaçmaktır. İkincisi, mekruhlardan sakınmak ve üçüncüsü de huzurun edebine riayet etmek, yani Allah'ın huzurunda edepli olmaktır. Takva Allah’tan korkmak, hidayet ve rahmet-i ilâhi müttakilerin, yani Allah’tan korkanlarındır. Huzurun edebine riayet etmek sadıkların ve sıddıkların alametidir.
Havfullah, Allah korkusu bütün fezail-i islamiyeyi camidir. Takva’dan iffet, vera, mücahede ve itaat çıkar. Havfın zafiyeti marifet-i ilâhiyenin ve imanın zafiyetinden ileri gelir.
Peygamberimiz (sav) buyurdular ki: “Bana mülaki olmayı isterseniz Allah’tan korkun. Zira Allah korkusu insanı hayra sevk eder. Allah’tan korkan Allah’ı çok zikreder. Bu nedenle Allah’tan korkanlara Allah iki cennet vaat etmiştir. Allah’tan korkandan her şey korkar. Allah’tan gayrısından korkanı ise Allah her şeyle korkutur. Allah’tan korkmak aklın kemaline delildir” buyurmuşlardır.
Allah korkusu kişiyi Allah’ı sevmeye götürür. Çünkü bir çocuk annesinden korkması yine annesine sığınmasına ve şefkatine koşmasına sebep olur. Yüce Allah Davud’a (as) “Beni kullarıma sevdir” diye vahyeder. Davud (as) “Ya Rab! Seni nasıl sevdiririm?” diyince “Benim nimetlerimi ve ihsanlarımı onlara anlat” buyurdular. Saadetlerin en büyüğü Cenab-ı Hakka sevgili olarak ölmektir.
Hz. Aişe (ra) validemiz “Ya Resulallah! Cennete hesapsız girecek olan var mıdır?” diye sordu. Peygamberimiz (sav) “Evet! Günahlarını hatırlayarak Allah korkusu ile ağlayanlardır” buyurdular.
Sui Hâtimeden Havf Etmek
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Kim Allah'ın huzuruna iyi amelle gelirse” (En’am, 6:160) buyuruyor. Böylece amel işlemek yeterli olmadığı, bu amelin zayi olmadan ahirete Allah'ın huzuruna gitmesi gerektiğini belirtir. Peygamberimiz (sav) de “Allah bir kulunda iki korku ve iki emniyeti cemetmez. Dünyada korku içinde olanlar ahirette emniyet içindedirler. Dünyada emniyet içinde olanlar da ahirette korku içinde olacaklardır” buyurur.
İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra) “Kuldan imanın alınması su-i hatimeden korkmaması sebebiyledir” diyerek inanan insanların da güven içinde olmadıklarını, son anda imansız gitme gibi bir tehlike ile karşı karşıya olduklarını belirterek daima imanı yenileme ve artırmak için ibadet ve tefekküre yönelmesi gerektiğini belirtir. Süfyan-ı Servi (ra) ekseriya bunun için ağlardı. Niçin ağladığını soranlara “ölüm anında imansız gitme korkusundan ağladığını söyledi ve “Hiç kimse hüsn-ü hatimeden emin değildir” derdi.
Hatem-i Asam (ra) “İyiler arasında bulunduğuna mağrur olma, Âdem (as) cennet ehli ile beraberdi. Çok ibadete de güvenme iblis ibadet bakımından meleklerden daha yüce makama sahipti. Çok bilgi sahibi olmana da güvenme Benî İsrail ulemasında Bel’am b. Bağura “İsm-i Azamı” bildiği halde akıbeti malumdur. Salihleri görmekle ve onlarla beraber olduğuna güvenme, Mekke halkı da peygamberimiz (sav) ile beraberdi, Ebu Talip peygamberimize her konuda yardımcı olduğu halde iman etmediğini düşün” derdi.
Recâ (Allah'ın Rahmetini Ummak)
Peygamberimiz (sav) “Akıllı nefsini suçlayarak günahlardan kaçan ve öldükten sonrası için amel işleyen kimsedir. Ahmak ve aptal da Allah'ın rahmetini umarak nefsinin arzularına uyarak Allah’tan af ve mağfiret bekleyendir” (Tirmizi, Kıyamet, 26) buyurmuşlardır.
İslam bilginleri en büyük ahmaklık ve aptallık olarak kişinin günahlara devam etmesi ile beraber hiç pişmanlık duymadan ve tövbe etmeden Allah'ın kendisini affedeceğini umması olduğunda ittifak halindedirler.
Reca, havfın zıddı değildir, beraber bulunduğu arkadaşıdır. Kişi Allah’tan korktuğu ve günahtan kaçtığı, istemeyerek günaha girdiği zaman da hemen tövbe ettiği sürece Allah'ın rahmetini umabilir. Aksi takdirde Allah'ın rahmetini umamaz. Bu nedenle havf ve reca kişide her zaman beraber olması gereken bir kulluk halidir. Havf ve reca bir kuşun iki kanadı gibidir. Tek kanatlı kuşun uçmayacağı gibi sadece havf ve sadece reca kişiyi kurtarmaz.
Hz. Ali (ra) bir gün bir günahkâra “Senin Allah Teâlâ’dan ümitsizliğe düşmen günahından daha büyüktür” demiştir.
Cenab-ı Hak peygamberimize (sav) “Ümmetinin hesabını sana bırakacağım” buyurunca efendimiz (sav) “Hayır, Ya Rabbi! Sen onlara daha merhametli ve daha hayırlısın” buyurdular. Yüce Allah bunun üzerine “Ey Habibim! Senin ümmetin elbette benim kullarımdır. Ben onlara senden daha merhametliyim. Onların hesabını başkalarına bırakmam. Çünkü onların kusurlarını ve günahlarını ne senin ne de başkalarının görmesini istemem. Ben sizi ümmetin hususunda hiç mahçup etmeyeceğim” buyurdular. Bu husus “Rabbin sana dilediğini verecek sen de razı olacaksın” (Duha, 93:5) “Sen de razı olacaksın” (Leyl, 92:21) ayetleri ile sabittir.
Peygamber efendimiz (sav) sahabelerine “Benim hayatım da ölümüm de sizin için hayırlıdır. Hayatımla sünnetim ve şeriatımla sizlere hayat veren hakikat yollarını açtım. Ahirete göçtükten sonra da amelleriniz bana arz olunur. Hasenâtınızı görünce Cenab-ı Bâriye hamd eder, seyyiatlarınızdan dolayı da Rabbimden mağfiret dilerim” buyurdular.
Allah’tan mağfiret ve kurtuluş ümidi ancak farzları yapıp haramlardan kaçmakla mümkündür. Haramlardan kaçmayı Allah korkusu temin eder. Farzları yapmak ise Allah'ın rızasını ve uhrevi nimet ve saadet-i ebediyeyi insana kazandırır. Yüce Allah kullarına merhametlidir. Bu merhametinden dolayıdır ki fazlı ve keremi ile bir haseneyi on ve bin yazar, bir seyyieyi bir yazar ve af dilediği zaman da çoğu defa affeder. Bu nedenledir ki cennet falından, cehennem adlindendir. Hak etmeyeni cezalandırmaz ve cehennemine atmaz, ama hiç kimse hak etmediği halde cenneti fazlından verir.
Bir bedevi peygamberimize (sav) gelerek “Yâ Resulallah! Ramazan orucunu tutarım, ziyade yapmam. Beş vakit namazı kılarım, ziyade yapmam. Zekât verecek kadar malım ve hacca gidecek kadar da sıhhatim ve servetim yoktur. Bu durumda benin halim nicedir?” diye sordu. Peygamberimiz (sav) tebessüm buyurdular ve “Kalbini cimrilik ve hasetten, dilini gıybet ve yalandan, gözünü haramdan ve bir mü’mine hakaret gözü ile bakmaktan koruduğun taktirde benimle beraber cennete girersin” buyurdular.
Bir başka Arabî Resulullah’a gelerek “Allah'ın velileri kimlerdir?” diye sordu. Peygamberimiz (sav) “Mü’minler Allah'ın dostları ve velileridir” dedikten sonra “Allah iman edenlerin dostudur. Onlar zulmetten nura çıkarır” (Bakara, 2:257) ayetini okudular.
Yüce Allah fazl ve keremi ile mü’minleri cennete davet etmiş ve dünyanın kendilerini aldatmaması ve cennete sevk etmesi için de dünyayı zinadan suretinde yaratmıştır. Mü’mini de Kâbe’den daha muhterem ve meleklerden daha üstün yaratmıştır. Yüce Allah “Ben halk benden faydalansınlar diye yarattım. Yoksa ben onlardan faydalanayım diye değil” buyurdular. Allah'ın mahlûkatını yaratması kendisini tanıtması ve rahmeti ile mahlûkatını şereflendirmesi içindir. Yoksa -hâşâ- mahlûkata olan ihtiyacından dolayı değildir. Mahlûkatı içinde en şereflisi ve kâinatı kendileri için yarattığı insandır.
Allah insanı bütün esmasına ayine olarak yaratmış ve insana hizmet etmek için peygamberlerini göndermiştir. Peygamberimiz (sav) “İnsanların hayırlısı insanlara hizmet edendir.” “Kavmin efendisi kavme hizmet edendir” buyururken Hz. İsa (as) “İnsanlara hizmet edeyim diye Allah beni gönderdi. İnsanları kendime hizmet ettireyim diye değil” demiştir. Demek ki Allah'ın rızası tevazu ile halka hizmet etmektedir. Bu nedenle “halka hizmet, hakka hizmet” etmek demektir. Ancak halka hizmet onların nefislerine ve hevai arzularına hizmet etmek değildir. Bu onların helaket ve felaketine hizmet etmek anlamına gelir ki bu hizmet değil, ihanettir. Hizmet Allah'ın rızasını kazandıracak hizmetleri yapmak ve insanların ebedi hayatta kurtuluşuna vesile olacak şekilde kalbine, ruhuna ve imanına hizmet etmektir.
Peygamberimiz (sav) buyurdular: “Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, Cenab-ı Hak mü’min kuluna müşfik bir annenin evlâdına şefkatinden daha merhametlidir. Kıyamette kullarına öyle merhametle ve mağfiretle tecelli eder ki İblis bile ondan nasip alma ümidine kapılır. Onun yüz merhametinden birisiyle evvel âhir tüm mahlûkat müstefit olurlar. Anaların evlatlarına şefkati hep bundandır. Kıyamette ise doksan dokuz rahmetini de katarak tam bir merhametle mahlûkatına merhamet edecek ve mü’min kullarını affedecektir. Hiçbiriniz cennete ameliyle giremez ve cehennemden de kendisini kurtaramaz.”
Sahabeler “Siz de mi ya Resulallah!” dediler. Peygamberimiz (sav) “Evet, ben de. Ancak Allah-ü Teâlâ beni rahmeti ile kuşatır ve muhafaza eder” buyurdular. Sonra şöyle devam ettiler: “Kının kılıcı sakladığı gibi ben de şefaatimi ümmetimin büyük günah işleyenleri için saklıyorum” buyurdular.
İbrahim Edhem (ks) Kâbe’de mültezem kapısında durup “Ya Rab! Beni sana ebediyen isyan etmemek üzere masumînden kıl” diye dua eder. Haiften bir sesin “Yâ İbrahim! Sen ismet istiyorsun. Ben herkesi masum edince kime mağfiret edeyim” dediğini işitti.
Peygamberimiz (sav) havf ve reca içinde olan bir müminin yapması gerekenleri şöyle sıralar: “Her nerede olursan ol Allah’tan kork. Namazı dosdoğru vaktinde kıl. Zekatı ver. Hac ve umreni yap. Anne-babaya iyilik yap. Yakınları ve akrabayı gözet. Misafire ikram et. İyiliği emret, kötülükten sakındır. Herkesin iyiliğini isteyerek nasihat et. Hakka yakın ol. Her yerde hakkı müdafaa et” buyurdular…
“Âyinedir bu âlem, her şey “Hak” ile kâim,
Mir’ât-ı Muhammedden Allah görünür dâim...”