
“Haklı şura ihlas ve tesanüdü netice verdiğinden, üç elif yüz on bir olduğu gibi ihlâs ve tesanüd-ü hakiki ile üç adam yüz adam kadar millete fayda verebilir. Ve on adamın hakiki ihlas ve tesanüd ve meşveretin sırrı ile bin adam kadar iş gördüklerini çok vukuat-ı tarihiye bize haber veriyor.” (Hutbe-i Şamiye, 1993, s. 67-68.) şeklinde cevap verir.
Bediüzzaman hazretleri “Neden şuraya bu kadar ehemmiyet veriyorsun? Ve Beşerin hususan Asya’nın, hususan İslamiyet’in hayatı ve terakkisi nasıl o şûra ile olabilir?” diyenleri Lem’alar’daki Nurun 21. Lem’ası olan “İhlas Risalesi”ne yönlendirerek orada izah edildiği gibi “Haklı şura ihlas ve tesanüdü netice verdiğinden, üç elif yüz on bir olduğu gibi ihlâs ve tesanüd-ü hakiki ile üç adam yüz adam kadar millete fayda verebilir. Ve on adamın hakiki ihlas ve tesanüd ve meşveretin sırrı ile bin adam kadar iş gördüklerini çok vukuat-ı tarihiye bize haber veriyor.” (Hutbe-i Şamiye, 1993, s. 67-68.) şeklinde cevap verir.
Demek ki ihlas ve tesanüt meşverin şartı olduğu gibi, haklı şuralar da ihlas ve tesanüdü netice vermektedir. Yani ihlas şurayı gerektirir, şura da ihlaslı hizmeti netice vermektedir. Gerçekten de şuralar “Kevser-i Kur’âniden süzülen tatlı, büyük bir havuzu kazandırır.” Bunun şartı ise “Buz parçası hükmünde olan enaniyeti o havuza atıp eritmektir.” (Lem’alar, 2011, s. 401.)
Yani, meşveret ve şurada fikirler şura havuzuna birleşir ve tek bir fikir haline gelir. Şuranın ortak görüşünü kabul etmeyerek kendi indi görüşünde ırar etmek gerçek enaniyet ve gururdur. Enaniyet ve gururu eritmenin ve şahs-ı maneviye sahip olmanın yolu meşveretten çıkan karara sahiplenerek uygulamak ve indi ve şahsi görüşünü terk etmektir. O zaman şahs-ı manevi havuzunda erimiş ve havuza sahip olmuş olur.
Haklı şuranın şartı ihlastır. İhlas prensiplerini ise Bediüzzaman şöyle belirlemiştir:
Birinci düsturunuz: Amelinizde rıza-i ilâhi olmalı.
İkinci düsturunuz: Bu hizmet-i Kur’âniyede bulunan kardeşlerinizi tenkit etmemek ve onların üstünde faziletfüruşluk nev’inden gıpta damarını tahrik etmemek. Yani kendini diğer şura üyelerinden daha faziletli görüp onların görüşlerini hafife almamak, peygamberimizin (asm) yaptığı ve Bediüzzaman’ın uyguladığı gibi kendi görüşünden vazgeçerek çoğunluğun kararını benimsemektir. İşte o zaman hakiki ittihat ve tesanüt sağlanır ve üç elif yüz on bir kıymetini alır.
Üçüncü düsturunuz: Bütün kuvvetinizi ihlasta ve hakta bilmelisiniz. Yani kuvvet çoklukta, malda, mülkte, parada ve taraftarların çokluğunda değil, hak ve hakikatin ve haklılığın gücündedir. Çok olduğunuz için değil, haklı olduğunuz için güçlüsünüz. Zaten istişarenin amacı haklı ve doğru olan görüşü ortaya çıkarmaktır. Hakkı bulduğunuz zaman onun gücüne dayanmalısınız. “Evet kuvvet haktadır ve ihlastadır. Haksızlar dahi, haksızlıkları içinde gösterdikleri ihlas ve samimiyet yüzünden kuvvet kazanıyorlar.” (Lem’alar, 393.)
Yani, haksız bir meslekte gidenler meslekleri haksızlık olduğu halde meşveret ve şura ile hak bir vasıtayı bularak bu hak vasıta ile haksız meselkerine revaç verdirip başarılı olurlar. Mesleleri haksız, metotları doğrudur. Batılın hakka galebe çalmasının sırrı da buradadır. Batıl bir meslek hak vasıtalarla kendi mesleğine revaç verdirir ve başarılı olur. (Sözler, 2011, s. 1180-1181.) Bunun bir numunesi batıl mesleklerin “meşveret ve şuraya” önem vermeleri ve meselelerini toplantılarla, istişare ile ve ortak akıl ile çözmeye çalışmaları, alınan kararlara sahiplenerek kesinlikle uygulamalarıdır.
Dördüncü düsturunuz: Kardeşlerinizin meziyetlerini şahsınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şakirane iftihar etmektir.
Yani Bediüzzamanın burada anlattığı gibi “fenâfilihvan” olmaktır. “Yani, kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup, kardeşlerinin meziyyat ve hissiyatıyla fikren yaşamaktır.” Bunu sağlayacak olan da yine meşveret ve burada alınan kararlara sahip çıkmaktır.
“Mesleğimizin esası uhuvvettir.” “Haliliye mesleği ve hıllet meşrebidir. Hıllet ise en yakın dost ve en fedakar arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş olmayı” gerektirir. (Lem’alar, 395.)
Haklı şuranın temel ölçüleri ve prensipleri bunlardır.
Bediüzzaman’ın ifadesi ile “Bu hılletin esası samimi ihlastır. Samimi ihlası kıran adam, bu hılletin gayet yüksek kulesinin başından sukut eder. gayet derin bir çukura düşmek ihtimali var; ortada tutunacak yer bulamaz.” (Lem’alar, 395.)
Yani, meşvereti inciten ve şuranın kararlarını tenkit eden ve haksız bulan, kendi indi görüşünde ısrar edenin durumu budur.
İhlası Kıran ve Şurayı İnciten Hususlar
Bediüzzaman ihlası kıran ve meşvereti inciten hususları da yine İhlas Risalesinde şöyle sıralar:
Birincisi: Menfaat-i maddiye cihetinden gelen rekabettir. İşin içine menfaat girerse ihlas kaçar. Hizmet de zedelenir. Netice de alınmaz. Maddi faydalar da ihlsa ve istişarenin bir başka amacıdır. Zira istişarelerin bir amacı da maddeten terakkiyi sağlamaktır. Zira “İlay-ı kelmetullahın bir sebebi de maddeten terakki etmektir.” (Bediüzzaman Said Nursi, Hutbe-i Şamiye, İstanbul, 1993, s.151; Bediüzzaman Said Nursi, Divan-ı Harb-i Örfi, İstanbul, 1993, s. 64.)
Maddeten terakki etmek için de ihlaslı meşveret ve şuralara ve burada alınan kararların samimiyetle uygulanmasına bağlıdır. Bediüzzaman “İhlas Risalesi”nde bunun yolunu göstermektedir. Bu konuda ehl-i dünyanın ve Avrupalıların ekonomik hayatlarındaki başarılarından iki örnek verir. Birincisi, “İştirak-i Emval” düsturu. Yani mallarını bir araya getirerek ortaklık kurup kârı bölüşmek. Anomim şirketler kurmak. İkincisi, “Teşrik-i Mesai” prensibi ile iş bölümü yapmaktır.
Pek tabbidir ki Anomim şirketler “İstişari Kurullarla ve Toplantılarla” ve burada alınan kararlarla yönetilirler. Başarılarının sırrı buradadır. Ayrıca “Teşrik-i Mesai” yapmanın yolu yine toplantılar yaparak işe ehil insanları bulmak ve görüşmelerle gönüllü işbölümü yapmayı sağlamak ve birbirlerine nasıl yardım edeceklerini görüşmek ve karara bağlamaktır.
İkincisi: Makam ve şöhret hissi ile hareket etmek ihlası kırdığı gibi şurayı da incitir. (Bediüzzaman İhlası kıran ve meşvereti inciten manilerin bir kısmını “Desise-i Şeytaniye” olarak görür ve Mektubat’a özel bir bahis açar ve buraya havale eder. Mektubat, 2010, s. 699-726.)
Üçüncüsü: Korku. Aşırı korku ve kaygılar ihlası kırar ve meşvereti etkiler. Sağlıklı karar alınmamasını sağlar. Tabii ki bunu “Tedbir” adı altında yaparlar. Bu nedenle Bediüzzaman’ın birinci talebesi Zübeyir Gündüzalp “Aşırı tedbir korkaklıktır.” diye gereksiz aşırı tedbirin korkudan kayanklandığını ifade etmiştir. Peygamberimiz (asm) ve onu örnek alan İslam büyükleri gerekli tedbirleri aldıktan sonra “Allah’a tevekkül ederek” gereksiz korkuların meşvereti incitmesine fırsat vermemişlerdir. Nitekim meşvereti emreden yüce Allah “Bir de karar alıp azmettin mi Allah’a tevekkül et!” (Âl-i İmran Suresi, 3: 159.) buyurarak tevekkülü emretmiştir.
Dördüncüsü: Tama. Dünya sevgisi, mal ve para hırsı ihlası kırdığı gibi meşvereti de incitir.
Beşincisi: Asabiyet ve ırkçı, ayırımcı ve başkalarını küçük görme meyli de meşvereti ihlası kıran ve meşvereti inciten en önemli bir unsurdur. Bu nedenle istişarede yöneticiler tarafgirliği netice veren bu gibi durumlara engel olmaları gerekir.
Altıncısı: Enaniyet. Yani kendine değer vermek, görüşünden ve fikrinden bir türlü vazgeçmemek hem ihlası kırar hem de meşvereti incitir. İnat, haset ve tarafgirliği netice veren enaniyet bu nedenle tehlikeli bir hastalıktır.
Yedincisi: Tembellik ve tenperverlik, yani rahatını düşünmek, kendisine bir görev verilmesini istememek ve sorumluluktan kaçmak gibi hususlar da hem ihlası kırar hem de meşveret ruhunu zedeler.
Bediüzzaman bu bahsi şöyle tamamlar: “Ey kardeşlerim, dikkat ediniz. Vazifeniz kudsiyedir, hizmetiniz ulvîdir. Herbir saatiniz, bir gün ibadet hükmüne geçebilecek bir kıymettedir. Biliniz ki, elinizden kaçmasın.” (Mektubat, 726.)
Meşvereti Takdir Etmeyenler
Bediüzzaman hazretlerine “Efkârı teşviş eden, hürriyet ve meşrutiyeti takdir etmeyen kimlerdir?” sorusuna “Cehalet ağanın, inad efendinin, garaz beyin, intikam paşanın, taklit hazretlerinin, mösyö gevezeliğin taht-ı riyasetlerinde insan milletinden menba-ı saadetimiz olan meşvereti inciten bir cemiyettir.” ifadeleri ile cevap vermiştir. Açacak olursak:
1. Cehalet ağa: Cahiller ağa gibi benim dediğim olacak diye arkadaşlarına tahakküm ederek meşverete değer vermezler.
2. İnat efendi: İnatçılar efendi gibi bir türlü fikirlerinden vazgeçmezler.
3. Garaz bey: Başkalarına garazı olanlar da bey gibi davranıp olması gerekeni değil, garazının ve kalbinde gizlediği niyetini gerçekleştirmek ister.
4. İntikam paşa: Kalbinde intikam duygusunu tatmin etmek için tahakküm ederler. Böylece meşveretin ruhunu incitir ve amacından saptırır.
5. Taklit hazretleri: Taklitçi ruhu taşıyanlar da kendi düşüncelerini değil de başkalarının düşüncelerini taklit ederek meşverete katkı sağlamazlar.
6. Mösyö gevezelik: Her konuda fikir beyan eden ve her mevzuda konuşarak istişarenin gereksiz uzamasını sağlar ve ortalığı karıştırırlar.
Peki bunlardan etkilenenler ve sözlerine aldananlar kimler? Bediüzzaman bunları da şöyle açıklar. “Benî beşerde ona intisap eden,
1. Bir dirhem zararını bin lira milletin menfaatine fedâ etmeyenler.
2. Menfaatini ızrar-ı nâsta görenler. Menfaati için başkalarının zarar göremesini isteyen menfaatçiler.
3. Muvazenesiz, muhakemesiz mânâ verenler her konuda ölçüsüzce konuşarak kafaları karıştırırlar.
4. Meyl-i intikam ve garaz-ı şahsîsini feda etmediği halde mağrurane millete ruhunu feda etmek dâvâsında bulunanlar.
5. Beylik veya tavâif-i mülûk mukaddemesi olan muhtariyet veya istibdad-ı mutlak mânâsıyla bir cumhuriyet gibi gayr-ı mâkul fikirlerde bulunan mevcut durumu nazara almayan ve ilgisiz konulara girenler.
6. Zulüm görmüş, kin bağlamış, hürriyet ve meşrutiyetin birinci ihsanı olan af ve istirahat-i umumiyeyi fikr-i intikamına yediremediğinden, herkesin âsabına dokundurmakla, tâ heyecana gelip terbiye görmekle teşeffi isteyenlerdir. (Münazarat, 47-49.)
Bütün bunlar Bediüzzaman’a göre meşvereti kabul etmedikleri gibi meşvereti esas alan hürriyet, meşrutiyet ve demokrasiyi de kabul etmeyenlerdir.
**
İstişare Ehil Olanla Yapılmalıdır
Zübeyir Gündüzalp “Eğer herkesi her meseleye sokarsanız, ehil olmayanlar işin içine girer, gelişi güzel kararlar alınır. O takdirde doğru ve isabetli karar alma imkânı azalır.” derdi.
Meşveret en doğruyu bulmak için yapılır. yöntemidir. İstikametli ve isabetli bir meşveretin olabilmesi için de, hiç şüphesiz ehil insanların, okuyan, kendini sürekli yenileyen, prensip sahibi, hakperest, özgüveni yerinde, çabuk tesir altında kalmayan, en önemlisi de ihlas ve tesanüt dersini tam almış, ciddî kişilerden teşekkül etmesidir. Aynen Sahabe titizliğinde; “Bu işimden Allah razı mı?” diye düşündükleri gibi, istişaredeki kişilerin de, “Bu iş Risale-i Nur mesleğine ne kadar uygun, Risale-i Nur’da yeri var mı, Üstadın hayatında uygulama şekli nasıldır?” gibi ihlas ve iyi niyet sahibi olmalıdır.
Hazret-i Ali (ra) istişarede bulunacak kişilerin vasıflarını şöyle açıklar: “İnsanlara kin besleyen bağlarını kopar. Seni intikama doğru çeken ipleri kes. Emin olmadığın konularda anlamazlıktan gel. Asla ispiyoncuların sözüne kolayca aldanma. Çünkü ispiyoncular ne kadar masum görünseler de hilecidirler. İstişare meclisinde seni mal varlığını kaybetmekle korkutup, ihsan etmekten alıkoyacak cimrilere, cesaret gerektiren işlere karşı seni tedirgin edecek korkaklara, seni zulme sevk edecek ihtiras sahiplerine yer verme. Cimrilik, korkaklık ve hırs öyle bir huydur ki, ancak Allah’ın cömertliğine, kudretine, takdirine güvenmeyenlerde bulunur.”