DİN
9.1.2025 9:21

Mağduriyetler Üzerinden İstismarlar

Mehmet Ali Kaya
Mehmet ALİ KAYA
Mağduriyetler Üzerinden İstismarlar

Mağduriyet üzerinden siyaset yaparak toplumu iğdiş eden, hizmet üretmek yerine mağduriyet edebiyatı ile toplumun mağdur kesiminin ve onları destekleyen masum halkın merhamet damarını tahrik ederek iktidara gelen ve iktidarda hizmet üretmek yerine devamlı mağduriyet edebiyatı yapan siyasi anlayış dini istismar eden “Siyasal İslam” anlayışıdır.

Mağduriyet üzerinden istismar tarih boyunca aciz ve zayıfların kendilerini acındırma ve merhamet dilenciliği konusu olmuş, onlar üzerinden ise ehli- dalaletin toplumu dalalete ve isyana sürükleme ve asayişi ihlal ederek anarşiye zemin hazırlama zeminini oluşturup vatan ve din düşmanlarının ülke içinde parmak karıştırmalarına zemin hazırlamıştır.

Toplumda huzur ve asayişi korumakla görevli olan Risale-i Nurun meslek ve meşrebinde mağduriyet üzerinden istismarlar yoktur. Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinden daha çok masum ve mağdur olan olmadığı halde Bediüzzaman “Konuşan Yalnız Hakikattir” başlığı altında gazetelerden neşrettiği makalesinde “Ben bana zulmedenlere hakkımı helal ediyorum ve onların Allah’a havale ediyorum. Onlar bilmeden adil kaderin tecellisine vesile oldular. Dostlarım ve talebelerim intikamımı almasınlar” (Emirdağ Lahikası, s. 411; Tarihçe-i Hayat, 845-848.) demiştir.

Evet Bediüzzaman der ki: “Beşer zulmeder, ama kader adalet eder.”

Hem “Zarara rızası ile girene acınmaz.” Temel bir prensiptir.

Burada dikkat edilmesi gereken şudur: “Bir temel prensibin inkârı bir fırka-i dallenin ortaya çıkmasını netice verir.” Tarih bunun şahitleri ile doludur.

**

Hristiyanlar Hz. İsa’nın Yahudiler tarafından çarmıha gerildiğini iddia ederek mağduriyet üzerinden Hristiyanlığı yaymış ve bu mağduriyeti kullanarak Hz. İsa’nın din-i hakikisi olan Tevhid hakikatini ve Nübüvvetini Teslise ve nübüvvetinin inkarına ve ilahlık iddiasına vesile yapmışlardır. Bir mağduriyet edebiyatının ortaya çıkardığı vahim neticeyi görüyor musunuz?

Gerçekte ise Kur’an-ı Kerim “O öldürülmedi, onun yerine başkası öldürüldü. Allah Onu kendi katına refetti” (Nisa, 4:157.) buyurarak bu Hz. İsa’nın öldürülmediğini, diri ve sağ olarak Semaya ref edildiğini açıkça ifade eder. Hristiyanlar bunu inkâr ederek Kur’an-ı Kerimi yalanlayamıyorlar ama istismardan da vaz geçmiyorlar. Çünkü batıl olan Teslis inancı ancak böyle istismarlar ile cahil halk tarafından kabul görüyor. Onlar da bunu kullanarak batıl dinlerini kabul ettirerek din adamları ve Kilise toplum üzerinde etkisini devam ettiriyor.

**

Mağduriyet üzerinden din istismarı ilk olarak Şiay-ı Hilafet tarafından çıkarılmıştır. Hz. Hüseyin’in (ra) Kerbelâ’da (10 Ekim 680) şehit edilmesinden sonra başlamıştır. Şia Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’ (ra) Ehl-i Beyt sevgisinden dolayı çok sevdiklerini söylerler. Ama ne var ki Hz. Hasan (ra) savaşı değil, barışı tercih ederek Hz. Muaviye (ra) ile anlaşma yoluna giderek hilafeti devrettiği için Peygamberimizin (asm) “Benim oğlum cennet gençlerinin efendisidir, onun sayesinde Müslümanlardan iki büyük grup birbirleri ile barışıp dost olacaklardır” (Buhari, Fedaili 22; Sulh, 9; Fiten, 20; Menakıb, 25; Tirmizi, Menakıb, 31.) hadis-i şerifi ile peygamberimizin (asm) övgüsünü kazandığı halde Şia’nın Hz. Muaviye (ra) düşmanlığı Hz. Hasan’dan çok Hz. Hüseyin’i tercih etmişlerdir. Zira Hz. Hasan’da (ra) istismar edilecek bir mağduriyet yoktur. Hz. Hüseyin (ra) ise Kerbelâ’da zulmen haksız yere şehit edildiği için Hz. Muaviye ve Yezid üzerinden Emevî düşmanlığını devam ettirebilmek için mağduriyet edebiyatı yapmaktadırlar. Peki 1200 senedir devam eden bu mağduriyet edebiyatının ve Emevi düşmanlığının Şia’ya ne faydası var? Müslümanlara ne fayda sağlamıştır? Bilakis Şia İslam dünyasında İslam düşmanlarının Müslümanları içinde parmak karıştırmalarına iyi bir zemin oluşturmuş ve Şia üzerinden İslam dünyasında pek çok anarşi ve iç karışıklık çıkarılarak Müslümanların zulme uğramalarına, iç çekişmelere sebep olmuştur.

**

Tarihteki pek çok iç karışıklıkları bir tarafa bırakıp yakın zamana geldiğimiz zaman Meşrutiyet döneminde “31 Mart Olayı” olarak bilinen olayın gerek askeriyede Alaylı Zabitlerin gerekse Medreseli talebelerin mağduriyetleri “Şeriat İstiyoruz!” diye ayaklanmalarına, Meşrutiyetten rahatsız olan İngilizlerin onları kullanarak siyasetlerine alet etmelerine sebep olmuş ve Bediüzzaman’ın “Tebeddül-ü Saltanat” adını verdiği Saltanatın Selaniklilerin eline geçmesine sebep olmuştur.

Bu da Osmanlı’nın yıkılmasına ve İslam dünyasının dağılmasına ve esaret altına girmesinde sebep olmuştur.

İşte bir mağduriyetin istismarının acı bir sonucu…

**

Mağduriyeti istismar etmeyerek ehl-i dalalete ve dış düşmanlara koz vermeyenler meşrutiyet döneminde Ahrarlar, Cumhuriyet döneminde de Demokratlar olmuşlardır. Menderes “Devr-i Sabık meydana getirmeyeceğiz” demiş; ama Demokrasi düşmanları tarafından idamdan kurtulmamıştır, fakat onların devamı olan AP ve Süleyman Demirel’ de Menderes’in ve arkadaşları Fatin Rüştü Zorlu ile Hasan Polatkan’ın mağduriyetlerini istismar etmeyerek onları savunmuşlar; ama bundan bir mağduriyet edebiyatı çıkarmamışlardır. Ancak onların siyasetlerini ve ülkeye hizmetlerini devam ettirmişler ve hizmet üzerinden halkın desteğini almışlardır. Bu üç demokrasi şehidini başkalarına da istismar ettirmemişlerdir.

**

Mağduriyet üzerinden siyaset yaparak toplumu iğdiş eden, hizmet üretmek yerine mağduriyet edebiyatı ile toplumun mağdur kesiminin ve onları destekleyen masum halkın merhamet damarını tahrik ederek iktidara gelen ve iktidarda hizmet üretmek yerine devamlı mağduriyet edebiyatı yapan siyasi anlayış dini istismar eden “Siyasal İslam” anlayışıdır.

Siyasal İslam hizmet üretme yerine mağduriyet üreterek siyaset yapmaktadır.

Mağduriyet üzerinden yapılan siyasetin bu ülkeye hiçbir faydasının olmadığı bilakis zararının olduğu 20 yıllık AKP iktidarı ile görüp yaşamaya devam etmekteyiz. Evet, mağduriyet edebiyatı siyasilere oy kazandırabilir; ama ülkeye hiçbir şey kazandırmaz.

**

Sonuç olarak bu zamanda iki şeye çok dikkat etmek gerekir. Birincisi, parlatılan şahıslara… Zira ehl-i dalalet bazı zayıf karakterli insanları basın yoluyla parlatarak halkın önüne koyar. Etrafına pek çok insanı toplar, sonra onlara suç işletir ve suçlu bularak üzerine siyasi ve hukuki yollardan giderek yok eder.

İkincisi, mağdur edilenlere dikkat etmek gerekir. Zira ehl-i dalalet önce mağduriyet üretir sonra onların yanında haklarını alacağız derken toplumda pek çok anarşi ve kargaşayı meydana getirir. Belli kişileri mağdur eder, hapse atar sonra onları parlatır ve onlar üzerinden siyaset mühendisiliği yaparak gerçekte mağdurları kukla gibi kullanarak kendi siyasetlerini yürütürler. Safderun ehl-i iman da “Hak, hukuk, adalet” derken onların siyasetlerinin devamına sebep olurlar. Bu sebeple Bediüzzaman bizleri ikaz etmekte ve “Bu zamanda ehl-i İslamın fevkalade safderunluğunun ehl-i dalaletin oyununa gelmesini netice verdiğini ifade eder.

Evet, Müslümanların fitnelere düşmelerinin sebebinin de ehl-i islamın fevkalade safderunluğudur. Bu saflıklarından dolayıdır ki binler cinayet işleyen ve binler maddi ve manevi hukuk-u ibadı mahveden bir adamdan bir tek iyilik görse onu affedip ona bir nevi taraftar çıkmasıdır. Hal böyle olunca azın azı olan ehl-i dalalet ve tuğyan safdil taraftarları ile çoğunluğu ele geçirerek çoğunluğun hatasına terettüp eden umumi musibetin devamına ve şiddetlenmesine kader-i ilâhiyeye fetva verdirirler. Musibete müstehak olurlar. (Kastamonu Lahikası, 2006, s.48.)

Youtube Kanalıma Abone Olun!

Düzenli olarak paylaştığımız videoları kaçırmayın.

Abone Ol