DİN
14.6.2025 10:33

Marifetullah

Mehmet Ali Kaya
Mehmet ALİ KAYA
Marifetullah

Allah “Vacibu’l-Vücuttur.” Kainat ve mahlukat ise mümkünü’l-vücuttur; yani varlığı Allah’ın yaratmasına bağlıdır. Bizatihi kaim ve daim olan ancak Allah’tır. Allah “Kıdem, Bekâ, Vahdaniyet, Muhalefetün-lil Havadis, Kıyam bi-Nefsihi” sıfatları ile muttasıftır. Arif-i Billah Cüneyd-i Bağdadi “Allah’ı ancak Allah bilir!” demiştir.

Yüce Allah hadis-i kudside “Kibriya ridam, azamet izarımdır.” (Ebu Davud, Libas, 25.) buyurur. Arif-i Billah Cüneyd-i Bağdadi “Allah’ı ancak Allah bilir!” demiştir. Bizlere ancak “Rabbinin yüce adını tesbih et!” (A’lâ Suresi, 87:1.) emri gereği Allah’ın adını tesbih etmek “Sübhanallah!” demek düşer.

Allah “Vacibu’l-Vücuttur.” Kainat ve mahlukat ise mümkünü’l-vücuttur; yani varlığı Allah’ın yaratmasına bağlıdır. Bizatihi kaim ve daim olan ancak Allah’tır. Allah “Kıdem, Bekâ, Vahdaniyet, Muhalefetün-lil Havadis, Kıyam bi-Nefsihi” sıfatları ile muttasıftır. Bu vasıfları ile muttasıf olan yüce Allah’ı fani ve noksan, aciz ve fakir olan varlıklar nasıl anlayabilir? İnsan kendi vücudunu, eşyayı, ruhunu ve aklını anlamaktan ve kendi cinsinden olmayan cinleri ve melekleri tanımaktan acizdir.

İlahî vasıflar ancak “Leyse ke-mislihî şey’ün” yani “Onun benzeri gibi bir şey yoktur.” (Şura Suresi, 42: 11.) ayeti ile tanıtılan Allah’a aittir. Bu nedenle mahlukatın en mükerremi olan insan Allah’ı hakiki manada tanımaktan acizdir.

Hakikat dersini Hz. Ali’den (ra) alan, marifetullahta herkesten ileri olan ve “Tevhid” hakikatini tüm insanlaığa ders veren, Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Cenâb-ı Hakka malûm ve maruf ünvanıyla bakacak olursan, meçhul ve menkur olur. Çünkü bu malumiyet, örfî bir ülfet, taklidî bir semâ’dır; hakikati ilâm edecek bir ifade de değildir. Maahaza, o ünvan ile fehme gelen mana, sıfât-ı mutlakayı beraberce alıp, zihne ilkâ edemez. Ancak, Zât-ı Akdes’i mülâhaza için, bir nevi ünvandır. Amma Cenâb-ı Hakk’a mevcûd-u meçhul ünvanıyla bakılırsa, marufiyet şuaları bir derece tebarüz eder. Ve kâinatta tecelli eden sıfat-ı mutlaka-i muhita ile, bu mevsufun o ünvandan tulû etmesi ağır gelmez.” (Mesnevi-i Nuriye, 211.) ifadeleri ile açıklamaktadır.

Bu ifadelerden anlaşılaması gereken yüce Allah’ın zatını tanımak imkansızdır, ancak eserlerine bakarak esmasını ve bu esmanın müsemması olan Zât-ı Akdesi anlar, idrak eder, esma aynasında tanır ve zikrederiz. Onu anar, her şeyi ondan bilir, “Sübhanallah” diye Onu tesbih ederiz. Nimeterin Ondan geldiğini bilip “Elhamdülillah” diye Ona hamdederiz. Eserlerinde azametini müşahede ederek “Allahü Ekber” diyerek Onun büyüklüğünü ilan ederiz. “La ilâhe illallah” diye varlığına ve birliğine şahitlik ederiz.

Peygamberimiz (asm) “Allah’ın yarattığı varlıklar üzerinde tefekkür ediniz, zatını düşünmeyiniz helâk olursunuz! Çünkü sizin aklınıza ne gelirse Allah ondan başka bir şeydir.” (Suyûtî, Câmiü’s-Sağîr, 1: 132; Acluni, Keşfu’l-Hafa, 1: 357-358, 449.) buyurmuşlar ve Allah’ın yarattığı varlıklar üzerinde tefekkür ederek isim ve sıfatların aynasında Allah’ı tanımamız gerektiğini ifade etmişlerdir.

Peygamberimiz (asm) marifetullah’ta zirvede olduğu “Miraç” merdiveni ile yedi kat semalardaki Allah’ın azametli icraatlarını görüp meleklerle görüştüğü, ahiret alemlerinden Cennet ve Cehennemi de müşahede edip “Rü’yete” mazhar olduğu halde “Sübhâneke mâ arafnâke hakka ma’rifetike yâ Ma’rûf!” yani “Ey varlığı maruf olup herkesce bilinen ve her şeyin kendisini tesbih ettiği Allah’ım! Senin marifetini hakkıyla anlayıp idrak etmekten acizim! Seni hakkıyla tanımaktan aciz olduğumu idrak ettim!” buyurmuşlardır.

Bu hakikati peygamberimizden (asm) ders alan Hz. Ebubekir (ra) “Allah’ı tanımaktan aciz olduğunu anlamak Onu tanımaktır.” demiştir. Yine Hz. Ebubekir (ra) “Allah’ı tanıyor musun?” diye soran birine “Evet!” demek de “hayır!” demek de yalan değildir, doğru cevaptır.” demiştir.

Arif-i Billah Zünnün-u Mısrî’ye ölüm döşeğinde sormuşlar: “Bu anda en çok neyi arzu edersin?” “Bir an dahi olsa ölmeden Rabbimi tanımak isterim.” diye cevap vermiştir.

Marifetullah’ta Terakki Sonsuzdur

İslam bilginleri demiştir ki padişahı kölesi de tanır veziri de tanır. İmam-ı Şafi gibi bir alimi talebesi Müzeni de tanır, kapıcısı da tanır. Ancak onların bilgileri farklıdır. Padişahlığı ancak padişah bilir. Allah’ı tanımak da böyledir. Herkes derecesine, ilmine ve makamına göre tanır ve bilir.

Bizlere de ancak “Yâ hayyu Yâ Kayyum. Yâ Bedia’s-semavâti ve’l-arzı yâ ze’l-Celâli ve’l-İkram! Allahümme innî es’elüke en tuhyiye kalbî bi-nûri ma’rifetike ebeden. Yâ Allah! Yâ Allah! Yâ Allah!” demek düşer.

“Allah’tan başka her şey batıldır.” “Her şey helâk olacak ancak Allah’ın vechi baki kalacaktır.” hakikatlerine göre  kalbini Allah’a rabtederek tüm kötü huy ve duygulardan temizleyerek Allah’ın emir ve yasaklarına uyarak hareket etmek gerekir.

“Her şey Allah’ın varlığına delildir. Onun birliğine delalet eder.” gerçeğini düşünerek her şeyi marifet-i ilahiyenin bir delili olduğunu anlamak gerekir. Peygamberimiz (asm) “Her taş ve ağacın yanında Allah’ı zikredin” buyurmuşlardır.

Her şey fani olup fenaya mazhar olduğu için fani olan şeylere kalbini bağlamamalıdır. Allah’ın huzuruna sâlim bir kalple gitmeye hazırlanmak ve sadece Allah’a ve Allah’ın rızasını almaya çalışmak gerekir.

“Yâ Bâkî Ente’l-Bâkî” “Baki olan ancak Allah’tır” “Beni bırakıp gidenlere gönül bağlamam” diyerek gönlünü ve kalbini Allah’a vermek gerekir. Allah rızasını düşünerek hareket etmek gerekir.

Youtube Kanalıma Abone Olun!

Düzenli olarak paylaştığımız videoları kaçırmayın.

Abone Ol