
Nurculuk mezhep, tarikat, cemaat, dernek ve cemiyet değildir. Bunlar ekseriyet içinde ekalliyetin içtimaıdır. Nurculuk “Uhuvvet-i İslamiye”nin ve tüm müslümanların, Kur’an ve Sünnet çerçevesinde Asr-ı Saadetin ve Sahabe Mesleğinin temsilcisidir. Nurcu, dört dörtlük müslüman demektir. Nurculuk doğru İslamiyeti ve İslamiyete layık doğruluğu göstermektir.
Nurculuk mezhep, tarikat, cemaat, dernek ve cemiyet değildir. Bunlar ekseriyet içinde ekalliyetin içtimaıdır. Nurculuk “Uhuvvet-i İslamiye”nin ve tüm müslümanların, Kur’an ve Sünnet çerçevesinde Asr-ı Saadetin ve Sahabe Mesleğinin temsilcisidir. Nurcu, dört dörtlük müslüman demektir. Nurculuk doğru İslamiyeti ve İslamiyete layık doğruluğu göstermektir.
Nurcuların mesleği, ahlâk-ı Ahmediye (asm) ile tahallûk ve sünnet-i Peygamberîyi ihyâ etmektir. Ve rehberi şeriat-ı garrâ ve kılıcı da berahin-i kàtıa ve maksadı ilâ-yı kelimetullahtır. Nurcuların meşrebi, muhabbete muhabbet ve husumete husumettir. Yani, beyne'l-İslâm muhabbete imdat; ve husumet askerini bozmaktır.
Bediüzzaman der ki: “Cemaatimize her bir mü'min mânen müntesiptir. Sûreten intisap ise, Sünnet-i Nebeviyeyi kendi âleminde ihyâya azm-i kat'î iledir. En evvel mürşid-i umumî ulema ve meşâyih ve talebeyi, şeriat namına ittihada dâvet ederiz.”
- Nurcu olmak için ne yapmak lazımdır?
- Nurculuk, büyük İslam âlimi Bediüzzaman Said Nursi'nin yazdığı Kur’an tefsiri olan Risale-i Nur etrafında meydana gelen İslami bir harekettir. Nur risalelerini benimseyerek okuyanlara “Nurcu” denilmiş, bu tabir az da olsa Nurların Müellifi'nce de kullanılmıştır.
Dileyen herkes bu “Risale-i Nur” adı verilen Kur’an tefsirinden yararlanabilir ve yararlanmalıdır.
- Risale-i Nur nedir?
- Risale-i Nur, Bediüzzaman Said Nursi’nin yazdığı Kur’an tefsiridir. Müellif, Kur’an-ı Kerim'i baştan sona tefsir etmek niyetiyle önce “İşaratu’l-İ’caz” isimli eseri yazmıştır. Bu eser, Fatiha suresini ve Bakara suresinin ilk otuz üç ayetini sırayla tefsir etmektedir. Arapça olarak telif olunan bu eser, Kur'an'ın nazmındaki mucizeliği göstermede bir şaheserdir. Müellif, Kur'an'ın tamamını bu minval üzere altmış-yetmiş cilt olarak tefsir etmeyi düşünürken, gelişen olaylar onu Türkçe bir Kur’an tefsiri yazmaya sevk eder. Sürgüne gönderildiği Barla, Kastamonu ve Emirdağ’da, ayrıca Eskişehir, Denizli ve Afyon hapishanelerinde yirmi üç yıl boyunca tefsirini yazmaya devam eder.
Risale-i Nur, Kur'an'ın baştan sona tüm ayetlerini değil, özellikle imana ve hakikate taalluk eden bin civarında ayetini açıklar. Açıklanan bu ayetlerin ışığında, diğer ayetleri de yorumlayabilecek muazzam bir altyapı kazandırır.
Risale-i Nur'da ele alınan ayetler, genelde din düşmanları tarafından tenkit konusu yapılmış ayetlerdir. Risale-i Nur, onların tenkit ettikleri noktalarda i’caz parıltıları olduğunu, aklı başında olanlara izah ve ispat eder. Nitekim, onun izahları sonucu olarak, nice din düşmanı ikna olmuş, İslam’a girmiş, ikna olmayanlar ise en azından ilzam olarak sesini kesmek zorunda kalmıştır.
Risale-i Nur'da, “Namaz nasıl kılınır? Farzları ve sünnetleri nelerdir?” gibi konulara girilmez. Ama, “Namaz niçin kılınır? Niçin belli vakitlerde eda edilir?” türünden soruların cevabı, gayet delilli bir şekilde ele alınır. Onu okuyan biri, namaz kılma konusunda ikna olunca, nasıl kılınacağını fıkıh ve İlmihal kitaplarından öğrenir.
Aynı şekilde Risale-i Nur’da Peygamberimizin (asm) sünnetine uymanın önemi aklî, mantıkî ve ilmî delillerle enlatılır. İtiraza konu olan hadislerin izahı yapılarak gerçekte o hadisin Peygamebrimizin (asm) mucizevî bir sözü olduğu, akla, mantığa ve günümüz ilmî gelişmelere uygun olduğu isbat edilir. Peygamberimizin hayatı ve sünnetlerini öğrenmek için Hadis kitaplarına ve İslam bilginlerinin kitaplarına havale edilir.
- Nurcuların amacı ve hedefi nedir?
- Nurcu, Bediüzzaman Said Nursi'nin, Kur'an tefsiri olan Risaleleri okuyup istifade eden ve başkalarının da istifadesine çalışmak için gayret eden müslümandır. Amacı, okuduğu risalelerle hem kendi imanını hem de başkalarının imanlarını kurtararak, saadet-i ebediyeyi kazanmaktır. Beklentisi ise yalnız ve yalnız Allah'ın rızasıdır.
Nurcular organize siyasi bir cemaat ve resmî cemiyet değildir. İslamiyetin “İman ve Uhuvvet” bağı ile birbirine bağlanmışlardır. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri bu hususları şöyle ifade eder: “Risale-i Nur şakirtleri hiçbir vech ile siyasî cemiyet değiller. Eğer iddianamedeki cemiyetten maksadı, imanî ve uhrevî bir cemaat ise, ona cevaben deriz ki:
Eğer dârülfünun talebelerine ve her nevi esnafa birer cemiyet namı verilse, bize de o neviden bir cemiyet namı verilebilir. Eğer dinî hissiyatla emniyet-i dahiliyeyi ihlâl edecek bir cemaat namı veriyorsanız, buna mukàbil deriz: Yirmi sene zarfında bu fırtınalı halde Nur şakirtleri hiçbir yerde hiçbir vukuatla emniyet-i dahiliyeye ilişmemeleri ve iliştikleri ne hükûmetçe ve ne de mahkemelerce kaydedilmemesi bu ittihamı çürütüyor.
Eğer hissiyat-ı diniyeyi kuvvetlendirmesinden istikbalde emniyet-i dahiliyeye zarar verebilir diye bir cemiyet namı verilmişse, buna mukàbil deriz:
Evvelen: Başta Diyanet Riyaseti, bütün vâizler aynı hizmeti görüyorlar.
Saniyen: Risale-i Nur şakirtlerinin değil emniyete ve âsâyişe zarar vermek, belki bütün kuvvet ve kanaatleriyle milleti anarşilikten muhafaza ve emniyet ve âsâyişi temin etmek için çalıştıklarına delil ise, birinci esasta beyan edilmiş.
Evet, biz bir cemaatiz. Hedefimiz ve programımız, evvelâ kendimizi, sonra milletimizi idam-ı ebedîden ve daimî, berzahî haps-i münferitten kurtarmak ve vatandaşlarımızı anarşilikten ve serserilikten muhafaza etmek ve iki hayatımızı imhâya vesile olan zındıkaya karşı Risale-i Nur'un çelik gibi hakikatleriyle kendimizi muhafazadır.” (Şualar, 319; Tarihçe, Afyon Hayatı, 483.) “Ve husûsi vazifemiz de, Kur'ân'ın îmanî hakîkatlerini tahkîkî bir sûrette ehl-i îmâna bildirip, onları ve kendimizi îdam-ı ebedîden ve daimî ve berzahî haps-i münferitten kurtarmaktır. Sair dünyevî ve siyasî ve entrikalı cemiyet ve komitelerle ve bizim medar-ı ittihamımız olan cemiyetçilik gibi asılsız ve mânâsız gizli cemiyetle hiçbir münasebetimiz yoktur ve tenezzül etmiyoruz.” (Tarihçe-i Hayat, Kastamonu Hayatı, s. 396.)
- Nurcuların siyasi bir amacı yok mudur?
- Nurcuların siyasi olarak “İttihad-ı İslam” amacına hizmet ederler. Nurculara göre “İttihâd-ı İslam” mü’minlerin, inanç, fikir ve amaç birliğidir; meslek ve meşreplerde ittihâd mümkün olmadığı gibi, caiz de değildir.
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Maksadımız; dinî cemaatler, maksatta ittihat etmelidirler. Mesalikte ve meşreplerde ittihat mümkün olmadığı gibi, caiz de değildir. Zira, taklit yolunu açar ve ‘neme lâzım, başkası düşünsün’ sözünü söylettirir” demektedir.
İttihad ve ittifakın olması için ilim ve fikir birliği olmalıdır. Bunu da Bediüzzaman “Lakin ittihat cehl ile olmaz. İttihâd imtizâc-ı efkârdır, o da marifetin şua-ı elektriği ile olur” buyururak ifade eder.
Bediüzzaman “İttihad-ı İslam”ı muayyen bir grup, bir cemaat, bir mezhep etrafında toplanmak değil; İslam’ın kendisi ve İslam’ı benimseyen bütün Müslümanlar olarak tanımlamaktadır. Bediüzzaman’a göre İttihad-ı Muhammedî dediği İttihad-ı İslam’ın tarifi şöyledir:
“Şarktan garba, cenuptan şimale uzanan bir silsile-i nuranî ile merbut bir dairedir. Dahil olanlar da bu zamanda üç yüz milyondan ziyadedir. Bu ittihâdın cihetülvahdeti ve irtibatı, tevhid-i İlâhîdir. Peyman ve yemini, imandır. Müntesipleri, kàlû belâdan dahil olan umum mü’minlerdir. Defter-i esmâları da Levh-i Mahfuzdur. Bu ittihâdın nâşir-i efkârı, umum kütüb-ü İslâmiyedir. Günlük gazeteleri de, i’lâ-i kelimetullahı hedef-i maksat eden umum dinî gazetelerdir. Kulüp ve encümenleri, câmi ve mescidler ve dinî medreseler ve zikirhanelerdir. Merkezi de Haremeyn-i Şerifeyndir. Böyle cemiyetin reisi, Fahr-i Âlemdir. Ve mesleği, herkes kendi nefsiyle mücahede, yani ahlâk-ı Ahmediye (asm) ile tahallûk ve sünnet-i Nebeviyeyi ihyâ ve başkalara da muhabbet ve – eğer zarar etmezse – nasihat etmektir.
Bu ittihâdın nizamnâmesi sünnet-i Nebeviye ve kanunnamesi evamir ve nevâhî-i şer’iyedir. Ve kılıçları da berâhin-i katıadır. Zira, medenîlere galebe çalmak ikna iledir, icbar ile değildir. Taharrî-i hakikat, muhabbet iledir. Husûmet ise, vahşet ve taassuba karşı idi. Hedef ve maksatları da, ilâ-yı kelimetullahtır. Şeriat da, yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir; onu da ulü’l-emirlerimiz düşünsünler.” (ESDE, Divan-ı Harb-i Örfi, s. 125-127.)
Sonuç olarak “İttihâd-ı İslam” fikri Müslümanların tahkiki imana sahip olmaları, hürriyet ve meşveret fikrini canlı tutmaları, her çeşit istibdadı reddetmeleri, ilim ve marifet sahibi olmaları gibi yollardan geçmektedir.
Yine Nurculara göre İttihad-ı İslam’ın gerçekleşmesi, genel barışın olmasına bağlıdır. Hürriyet ve barış olmadan müslümanlar arasında ve insanlık aleminde birlik ve beraberliğin, medeniyetin ve gelişmenin imkanı yoktur. İnsanlar arasına sevgi ve muhabbetin sağlanması da yine hürriyet ve barışa bağlıdır.
Barışın olması da Hürriyeti Demokrasinin ülkeye hakim olması iledir. Ülkede hürriyet ve demokrasi hakim değilse insanlar arasına muhabbet, uhuvvet, barış ve huzur mümkün olmaz. Zira ideolojik ve ırkçı yaklaşım bir kısım insanların ötekileştirilmesini, bu da haksızlık ve adaletsizliği netice verir. Adaletin olmadığı yerde barış ve huzurun devamı mümkün olmaz. Bu sebeple Bediüzzaman “Ahrar ve demokratları” desteklemiş ve “İnşallah o ahrarlar tam bir hürriyet-i şer’iyeye vesile olacaklar” (Emirdağ Lahikası, 520.) demiştir. İttihad-ı İslam da dünya barışı da ancak hürriyet ve demokrasinin hakimiyeti ile mümkün olur.
Bu sebeple Bediüzzaman Meşrutiyet döneminde Ahrarları ve sonrasında Demokrat Partiyi desteklemiş ve Nurculara da “Demokratlar dine taraftardır. Demokratlara nokta-i istinat olun” buyurmuştur. Nurcular da buna binaen Demokrat Patinin devamı olan Adalet Partisi ve Doğru Yol Partisini ve günümüzde de Demokrat Parti’yi desteklemektedirler.