İbadet olarak yapılan amellerin sünnete uygun olması esastır. Sünnete uygun olmadığı zaman Allah katında makbul olmaz. Bu sebeple İslam bilginleri amelin sünnete uygunlunu esas almışlardır. Bid’a ise ibadette, yani ibadet olarak yapılan fiillerde sünnetin yerine geçen ve çoğu iyi niyetten kaynaklanan adetlerdir.
İbadet olarak yapılan amellerin sünnete uygun olması esastır. Sünnete uygun olmadığı zaman Allah katında makbul olmaz. Bu sebeple İslam bilginleri amelin sünnete uygunlunu esas almışlardır. Bid’a ise ibadette, yani ibadet olarak yapılan fiillerde sünnetin yerine geçen ve çoğu iyi niyetten kaynaklanan adetlerdir. Hayatı kolaylaştıracak olan ve doğrudan ibadetten sayılmayan ameller ve faaliyetlerde bida denemez. Yenilikler ve teknolojik gelişmenin sonucu olarak kabul edilir. Dolayısıyla her faaliyet halis bir niyetle ve helal ve mübah olmak şartı ile ibadet sevabı kazandırabilir.
Sünnetler genel olarak ikiye ayrılır. Birincisi, “Şeâir-i İslâmiye” adı verilen ve şahsî farzlardan daha önemli olan sünnetlerdir. Bunlar Ezan, Selam ve Hıtan, yani sünnet olmak gibi hususlardır. İkincisi ise ibadet amacı ile Peygamberimizin (asm) uyguladığı ibadet ve adetleridir. Bunlar da “Sünnet-i Hüda” tabir edilen farz ibadetleri tamamlayan sünnetlerdir. Diğeri de “Adab” tabir edilen günlük hayatta Peygamberimizin (asm) uygulamaları ve ahlakıdır. Genellikle bid’a denince Peygamberimizin (asm) “Şeâiri” ve “Sünnet-i Hüda” dışındaki adetleri ve adab tabir edilen kısmının yerine konan adetler kastedilmektedir. Sakal bırakmak da bu nevi şeâir olmayan ve farzı tamamlamayan “adet” kısmından bir sünnettir. Dolayısıyla böyle bir sünnet ehl-i bida ve dalaletin âdeti haline gelince onlara benzememek için terk etmekte bir sakınca yoktur.
Sünnetler yapılırsa sevabı olan ve fazileti artıran ibadet nevidir. Terk edilmesinde günah olmamakla beraber peygamberin şefaatinden ve islamın faziletinden mahrumiyete sebeptir. “Sünneti terk etmek sünnettir veya vaciptir” denemez. Bir sünneti terk etmek sadece günah olmaz. Zira Kur’ân-ı Kerimde “Peygambere itaat etme” emri vardır ve bu emir müteaddit ayetlerle teyit edilmiştir. Elbette peygambere itaat Sünnetine uymak anlamındadır.
“Sünneti terk etmekte sakınca olmaması” ihtiyara, kişinin isteğine tabidir ve günah olmaz. Peygamberimiz (asm) “Bidatlar zuhur ettiği, bu ümmetin sonunda gelenler öncekilere lanet ettiği zaman kimin ilmi varsa onu gizlemesin yaysın. Çünkü o gün ilmi gizleyen Allah'ın Muhammed’e (asm) indirdiği şeyleri gizleyenler gibidir” (Kenzul-Ummal, H. No: 903.) buyurmuşlardır.
Özellikle “Tarikat” veya “Cihad” adı altında İslama en büyük zararların verildiği zaman “İslamı mahbub ve ulvî gösterme” vazifesi öne çıkmaktadır. Bu sebeple İslam bilginleri “Peygamberimizin (asm) sünneti ehl-i bid’anın adeti haline gelince onu terk etmek gerekir” demişlerdir.
Bediüzzaman’ın Sakal Bırakmaması
Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin sakal bırakmaması bir müçtehit ve müceddit olarak bu zamanın bir içtihadı ve fetvasıdır. İçinde bulunduğumuz asrın ve şartların gereğidir. Ehl-i bid’a ve dalalet bid’aları çoğalttığı ve özellikle din adına Peygamberimizin (asm) sünneti olan sakal istismar edilerek dine zarar verildiği bu zamanda onlara benzememek için sakal bırakmaması “Bir bir topluluğa benzemeye çalışan ondandır.” (Ebu Davud, Libas, 4.) hadis-i şerifine uygundur.
Ehl-i bid’aya benzememek için Risale-i Nur talebeleri sakal bırakmadıkları gibi, Süleyman Efendinin talebeleri de Hüseyin Hilmi Işık’ın talebeleri de sakal bırakmamaktadırlar. “Bid’a zamanında dine hizmet için sakalı kesmek caizdir ve lazımdır” (H. Hilmi Işık, Saadet-i Ebediye, 262.) demektedirler. Bazılarının iddia ettiği gibi sakal traşı olmak haram olsaydı traş olan her müslümanın büyük günaha girmiş olması gerekirdi.
Neden sakal bırakmadığını soranlara Bediüzzaman cevaben: “Sakal meselesi ise: Bu bir sünnettir, hocalara mahsus değil. Bu millette yüzde doksan sakalsız olanların içinde küçükten beri sakalsız bulundum. Bu yirmi senedir bana resmi hücumlarda bazı arkadaşlarımın sakallarını kestirmeleriyle, benim sakal bırakmadığım, bir hikmet, bir inayet-i İlahiye olduğunu ispat etti. Eğer sakal olsaydı, tıraş edilseydi, Risale-i Nur’a büyük bir zarardı. Çünkü ölecektim, dayanamayacaktım.
Bazı alimler “Sakalı tıraş etmek caiz değildir” demişler. Muradları, sakalı bıraktıktan sonra tıraş etmek haramdır, demektir. Yoksa hiç bırakmayan, bir sünneti terk etmiş olur. Fakat bu zamanda, dehşetli pek çok günah-ı kebireden çekinmek için, bu terk-i sünnete mukabil, Risale-i Nur’un irşadıyla, yirmi sene haps-i münferit hükmünde işkenceli bir hayat geçirdik; inşaallah o sünnetin terkine bir kefarettir.” (Emirdağ Lahikası, 2013, s. 99.)
Bediüzzaman burada “dehşetli bir günah-ı kebireden çekinmek için” sakal sünnetini terk etmekten bahsetmektedir. Bu da yasaların devlet kurumlarında, askerlikte ve hapiste sakalları kesmeyi kanuna bağlamasıdır. Sakalı sünnet üzere bıraktıktan sonra kesmek haram olduğu için sakal bırakanlar kesmek zorunda kalınca büyük günaha girmiş olacaklardır. Bırakmayan için böyle bir tehlike sözkonusu değildir.
Sakal Sünnetinin Ölçüsü
Fitneye düşmemek, fitneye alet olmamak ve ehl-i bid’aya benzememek için sakalı kesmek vacip olur. Zira bid’aları işlemek sünneti terk etmekten daha zararlıdır. Bid’atı terk etmek vaciptir; sünneti yapmak ise zorunlu değildir.
Öncelikle sakal şeair olan ibadetlerden değildir ve müslümanlara has değildir. İnsanların tamamı fıtri olarak sakal bırakırlar. Bu sebeple Yahudiler ve Hıristiyanlar da sakal bırakmaktadırlar. Sakal fıtratın gereği olup “Sünnet-i Zevaid” ve “Adab” denilen sünnet nevindendir. Bu sebeple Muahmmed Ebu Zehra gibi İslam bilginleri sakalı sünnet olarak görmez, fıtratın gereği kabul ederler. Nitekim Peygamberimiz (asm) da “On şey fıtrattandır” buyurmuş ve bunların başında da "sakalı bırakmak” (Müslim Tahare, 56; Ebu Davud, Tahare, 29; Nesai, Ziyne, 1.) buyurmuşlardır. Yine “bıyıkları kesin ve sakalı uzatın; Mecusilere benzemeyin” (Buharî, Libas, 64; Müslim, Tahare, 54.) buyurarak ehl-i küre benzememek ve onlara muhalefet etmek için bıyıkların kısaltılmasını ve sakalın uzatılmasını tavsiye etmiştir. Bu durumda ehl-i bid’aya da benzememek için onlara muhalefet etmek meşru olmaktadır. Bıyıkları kısaltamak tamamen kesip tıraş etmek değil, ağza girmeyecek şekilde kısaltamaktır. (Bahru’r-Râik, 7:163.)
Peygamberimizin (asm) sünnetine uygun sakal bir tutamı geçmeyecek şekilde bırakılması ve dağınık olmaması gerekir. Nitekim Peygamberimiz (asm) sakalının uçlarından ve yanlarından alırdı. (Tirmizi, Edeb, 17.) Dürrü’l-Muhtar’da sakalın bir tutam boyunda olmasının sünnet olduğu ifade edilir, dolayısıyla fazlasını kesmek de sünnettir.
Bir müslümanın sakalı sünnet üzere bırakması için Farzları yapması, yani en azından beş vakit namazını kılıyor olması gerekir. Namaz kılmayan kimsenin “Ben Peygamberin sünnetini yapıyorum” demesi yalan olur. Önce Farz ve Vacipler gelir. Sonra sünnetlere sıra gelir. Zira sünnetler Farz ve Vacip olan ibadetleri tamamlamak içindir.
Sakalı değiştirmek, yani çene sakalı, ince sakal, bir tutamdan az veya çok sakal bırakmak mekruhtur; yani Sünnete aykırıdır. Böyle bir sakal sünnet sakal sayılmaz.
Bir insan sünnet üzere sakal bırakacaksa bunlara dikkat etmesi lazımdır. Aksi taktirde “Bid’at üzere” sakal bırakmış, bir sünneti işleyeceğim derken bir çok günaha girmiş olacaktır. Nitekim Peygamberimiz (asm) “Sünnetime aykırı olan hususlar bid’attır ve merduttur” buyurmuşlardır. Bid’atı işlemek ise sünneti terk etmekten daha zararlıdır. Bu durumda bid’atı terk etmek lazımdır. Sünneti yapmak ise lazım değildir.” (Hadika, 148.) Sakal traşı olmak da mekruh değildir ve bid’at sayılmaz.