M. Ali KAYA
17 - 18. YÜZYIL FELSEFESİ
M. ALİ KAYA

17. Yüzyıl Felsefesi
17. Yüzyıl Felsefesinin başlatıcısı Fransız filozofu ve matematikçisi Rene Descartes’dir. (1596-1650) Onun için 17. Yüzyıl felsefesi Dekartçılıktır. İyi bir matematikçi olan Dekart felsefeye Matematiksel gerçekleri sokarak felsefeyi bilimsel bir platforma oturtmaya çalışmıştır.
Bilimi de Allah’a imana bağlamaya çalışan Dekart, “Düşünüyorum o halde varım, benim varlığım Allah’ın varlığına delildir” der. Gerçek varlığın Allah’ın varlığı olduğunu, diğer varlıkların ise onun eseri olduğunu ifade etmiştir. Dekart ayrıca bilime metodu ve metotlu düşünmeyi getirerek akılcı ve gerçekçi düşünceyi amaçlamıştır. Böylece Dekart Rasyonalizm, yani akılcı felsefenin de temellerini atmıştır. Bunu yaparken İslam filozoflarından özellikle Gazali’den çok etkilenmiştir.
Descartes modern felsefeyi kurmuş ve felsefenin konusunu değiştirmiştir. Töz, yani var olmak için kendinden başka hiçbir şeye ihtiyaç duymayan şeyi, Allah olduğunu söylemiş, Allah’ın yarattığı ruhun da ölümsüzlüğünü belirtmiş ve şüphecilere karşı bedenimizin de bir hayal olmadığını ve eşyanın gerçekliğini savunmuştur.
Descates’in izinden giden filozoflar sırasıyla Pascal (1623-1662) P. Boyle (1647-1706) ve Thomas Hobbes’dir. (1588-1679) Thomas Hobbes “Deneyciliğ” esas alır. Spinoza (1632-1677) ve Leibniz (1646-1716) de Matematiği tek güvenilecek yöntem olarak kabul ederler.
18. Yüzyıl Aydınlanma Felsefesi
Bu felsefenin özelliği kurgulardan kaçınması ve deney ortamında kalmak istemesidir. Bilmeyi değil anlamayı ve aydınlanmayı önceler. Bu sebeple Aydınlanma Felsefesi denir. Bu çığırı açan İngiliz filozofu John Locke (1632-1704) olmuştur. Bu anlayışını “İnsan Zihni Üzerinde Bir Deneme” eserini yayınlayarak topluma mal eder. Locke göre insan her şeyi “Deneme-Yanılma” metodu ile öğrenir. Tüm düşünce ve tasarımların kaynağı DENEY’dir.
Locke’nin başlattığı bu 18. Yüzyıl Deneyciliğini George Berkeley (1685-1753) daha ileri götürerek akılcılığın sonuna vardırmıştır. “Tasarımlarımız her zaman somuttur. Sözcüklerimiz ancak somut tasarımların temsilcileridir” diyerek soyut kavramları bile kabul etmemiş ve maddeciliği ön plana çıkarmıştır.
David Hume (1711-1776) ise “Tüm tasarımlarımızın tek kaynağının deney olduğunu” kabul eder. “Düşünce ve tasarımlarımızın hepsi deneye dayanır” der. İngiliz filozoflarından etkilenen Fransız Condillac (1715-1780) “Ruhun içindekilerin hepsi dışarıdan gelir” diye aşırı bir duyumculuğa ulaşmıştır.
Materyalist akımın önderi Lamettrie (1705-1751) göre ise insan ile hayvan arasında yalnızca bir aşama vardır; özel bir ayrılık yoktur. Holbach (1723-1789) ise maddeyi canlı ve hareketli sayar. “Her şey madde ile açıklanabilir, maneviyatı işe karıştırmak ilkel bir davranıştır” demiştir.
Fransız aydınlanmasının asıl önderi Voltaire’dir. (1694-1788) Parlak yazarlığı yanında İngiliz deneyciliğini Newton’un tabiat anlayışını Avrupa’ya özellikle o taşımıştır. Bilgi anlayışında Locke bağlı olup dünya görüşüne maneviyatı da kabul ettiği için materyalistlerle savaşmıştır. Fransız aydınlanmasının önemli bir etki kaynağı da Voltaire, Holbach, Montesquieu gibi önderlerin çıkardığı “Fransız Ansiklopedisi”dir. (1751-1780) Sonra Diderot’un yönetiminde materyalist bir yöne gitmiştir.
Aydınlanma Döneminde Din
Aydınlanma Felsefesi din meselesini Reformation’un yol açtığı din kavgalarından bezmiş, yorulmuş tarihî bir ortamda ele almıştır. Bunun için din anlayışında hep mezhep çekişmelerinin üzerinde yükselecek bir görüş açısı aranmıştır. Dolayısıyla “Akıl Dini” ve “Fıtrî Din” (Doğal Din) kavramı bu anlayışı ifade ediyordu.
Nihayet Hristiyanlığa en ağır eleştiriyi getiren Diderot neticede Allah’ı inkâr ederek kendi kendine işleyen bir tabiat düşüncesini savunur olmuştur. Materyalist Holbach ise hiçbir dini kabul etmez ve toplumdaki ahlâkî ve içtimaî karışıklıkların kaynağı olarak kabul eder. Ateizmin ise insanı temelsiz korkulardan kurtardığına inanır.
Davide Hume tarihi açıdan dini ele alır. Ona göre insandaki korku ve korunma ümidi dinin kaynağıdır. Dinde çok ilahlıktan Allah’ın birliği fikrine dönüş vardır. Din gereklidir; ancak bu “Doğal Din” olmalıdır. Ancak bunun ne olduğunu ortaya koyamaz.
Alman düşünürü Lessing (1729-1781) de dine tarihi açıdan yaklaşır. “Kutsal Kitap” eski çağların görüşüdür. O dönem için geçerlidir; ama bu dönemde gerekliliği yoktur. “Vahiy” Allah’ın insanları eğitimesi için bir aracıdır. Dinlerden hangisinin en doğru din olduğu anlaşılamaz ve ispat edilemez. Ancak dinlerin hepsine birden “hoşgörü” ile yaklaşmak gerektiğini düşünür.
Devlet Anlayışı
Aydınlanma filozoflarının Devlet anlayışı da şöyledir. Hobbes’e göre devletin amacı insanların bencillikleri yüzünden birbirlerini kırıp geçirmelerini önleyecek “genel güvenliği” sağlamaktır. Böyle bir amacı gerçekleştirecek en güzel devlet modeli mutlakıyetçi hükümdarlıktır.
John Locke ise bunun tam zıddını düşünür. Ona göre en uygun devlet şekli Liberal Devlettir. O “Haklar hürriyet ortamında daha iyi kullanılabilir ve korunabilir” diyordu. Hakların korunması ve güvence altında alınması için “yasama” ve “yürütme” erklerinin birbirinden ayrılması gerekir demektedir. Böylece “Hukuk Devleti” kavramı ortaya çıkmıştır.
Fransız hukukçusu Montesquieu (1689-1755) daha da genişleterek yasama ve yürütme etkine üçüncü bir erk olarak “Yargı” erkini ekler. Böylece birbirinden bağımsız “Yasama Yürütme ve Yargı” erklerinden oluşan çağdaş hukuk devletinin temelleri atılmış olur.
1789 Fransız İhtilaline zemin hazırlayan duygu ve düşünceleriyle bu devrimi besleyenlerden birisi de Jan Jacgue Rousseau (1712-1778) olmuştur. Rousseau öncelikle Rönesansı eleştirerek işe başlar. “Bilimlerin ve sanatların gelişimi ahlakı da bozmuştur. Erdem ve mutluluk ancak birbirlerine yakın ve fıtrî ruhlarda, bozulmamış fıtratlarda bulunur. Yeniliklerin ağır bastığı yerde yozlaşma olduğunu” iddia eder.
Devletin dayanağının insanın fıtratında bulunan “hürriyet” ve “hak eşitliği” duygusudur. Devletin amacı hak ve hürriyetleri güvence altına almak olduğunu savunur. Rousseau bu düşünceleri ile tüm çağdaş demokrasilerin öncüsü olmuştur.
Kant’ın Alman İdealizmi
İmmanuel Kant (1724-1804) akılcı felsefeyi ve eleştirizmi doruk noktaya taşımıştır. 19. Yüzyıl Alman idealizminin de çıkış noktası Kant Felsefesidir. Kant “Salt Aklın Eleştirisi” isimli kitabında “Tüm bilgilerimizin deneyle başladığında hiçbir şüphe yoktur” diye başlar.
Fiche (1762-1814) eylemlerin kaynağı olan “Ben” kavramını, Hegel (1770-1831) “Aklı” ön plana çıkarır. Schelling (1775-1854) ise “Tabiat bilinçsiz bir zekânın ürünüdür; insan ise zekâ taşıyan bir canlıdır” der.
Kant’ın ahlakçılığı “Ödev” ve “Sorumluluk” duygusunu ön plana çıkarır. “Erdemli insan eylemlerini şartsız bilinçli ödeve bağlı olarak yapar. İnsanın mutluluğu bundandır. İnsanın değeri de onuru da buna bağlıdır” der.
Siyasi düşüncede de Kant, insanlık içinde sürekli barışı sağlayacak devletler üstü bir örgütü ilk öneren birisidir. (BM Birleşmiş Milletler bu fikrin ürünü oluşmuştur.)