M. Ali KAYA
AHLAK
M. Ali KAYA

Seciye, fıtrat, yaratılışta verilen karakteristik özellikler anlamında “huy” kelimesinin çoğuludur. Bediüzzaman buna “haslet” de demektedir. (Sözler, 8. Söz, s.62.) İnsanın karakteri çocukluğundan itibaren gelişme gösterir, tekamül ederek manen ve ahlaken yüceltir ve kırk yaşına gelince itiyat ve alışkanlık haline gelir. Yaş kırka baliğ olunca iyi olsun, kötü olsun meleke haline gelir ve daha terki mümkün olmaz. (İ. İ’caz, s.224.)
Ahlak biraz da nisbîdir. Nisbî olan şeyler “Emr-i nisbî” olarak isimlendirilirler. “Müstakil bir varlığı olmayıp kıyaslama yoluyla ortaya çıkan emir ve iş” anlamına gelir. Nisbî, “gerçekte olmayıp bir başkasına nispet edilen” demektir. Büyük-küçük, sağ-sol, ön-arka, üst-alt birer nisbî emirdir. Bunların hiçbiri mahlûk değildir. Kaya çakıldan büyüktür ve her ikisi de mahlûktur, ama “büyük” diye bir mahlûk yoktur. Aynı hakikatin farklı mertebede tecellileri var. Bunlar da birbirine nispeten daha kâmil veya daha nakıs olurlar.
Bediüzzaman hazretleri nisbî emirleri ve ahlakı şöyle izah eder: “Kur’ân, sâlihat’ı mutlak, müphem bırakıyor. Çünkü ahlâk ve faziletler, hüsün ve hayır çoğu nisbîdirler. Nev’den nev’e geçtikçe değişir. Sınıftan sınıfa nâzil oldukça ayrılır. Mahalden mahalle tebdil-i mekân ettikçe başkalaşır. Cihet muhtelif olsa muhtelif olur. Fertten cemaate, şahıstan millete çıktıkça mâhiyeti değişir.
Meselâ, cesaret, sehavet, erkekte gayret, hamiyet ve muavenete sebeptir. Kadında, nüşuza, vakahate, zevc hakkına tecavüze sebep olabilir.
Meselâ, zayıfın kavîye karşı izzet-i nefsi, kavîde tekebbür olur. Kavînin zayıfa karşı tevazuu, zayıfta tezellül olur.
Meselâ, bir ulü’l-emir, makamındaki ciddiyeti vakar, mahviyeti zillettir. Hânesinde ciddiyeti kibir, mahviyeti tevazudur.
Meselâ, tertib-i mukaddematta tefviz, tembelliktir. Terettüb-ü neticede tevekküldür. Semere-i sa’yine, kısmetine rıza kanaattir; meyl-i sa’yi kuvvetlendirir. Mevcuda iktifa, dûnhimmetliktir.
Meselâ, fert, mütekellim-i vahde olsa; müsamahası, fedakârlığı, amel-i sâlihtir. Mütekellim-i maa’l-gayr olsa hıyanet olur. Meselâ, bir şahıs, kendi namına hazm-ı nefs eder, tefahur edemez. Millet namına tefahur eder, hazm-ı nefs edemez. Her birinde birer misâl gördün; istinbat et.” (Sünuhat, s.19-20.)
Ayrıca yeme, içme, sohbet, yolculuk gibi günlük hayatın çeşitli alanlarıyla ilgili davranış ve görgü kurallarına, terbiyeli, kibar ve takdire değer davranış biçimlerine, bunlara dair öğüt verici kısa ve hikmetli sözlere ve bu sözlerin derlendiği eserlere de ahlak, edep ve çoğulu olan “âdâb” denilmiştir.
Yüce Allah Peygamberimiz Hz. Muhammed’i (asm) güzel ahlakından dolayı övmüş ve “Seni en güzel ahlak üzeresin” (Kalem, 68:4.) buyurarak biz insanları onu güzel ahlakına ve sünnetine ittibaını emretmiştir. Hz. Âişe (ra) bir soru münasebetiyle “Hz. Peygamber’in ahlâkının Kur’an ahlâkı olduğunu belirtmiştir.” (Müslim, Müsâfirîn, 139.) Kur’ân-ı Kerîm’de ahlâk kelimesi yer almamakla birlikte, biri “âdet ve gelenek” diğeri de “ahlâk” mânasında olmak üzere iki yerde (Şuarâ, 26:137; Kalem, 68:4.) ahlâkın tekili olan huluk kelimesi geçmektedir. Ayrıca pek çok âyette yer alan amel teriminin alanı ahlâkî davranışları da içine alacak şekilde geniş tutulmuştur. Bunun yanında birr, takvâ, hidâyet, sırât-ı müstakım, sıdk, amel-i sâlih, hayır, mâruf, ihsan, hasene ve istikamet gibi iyi ahlâklılık; ism, dalâl, fahşâ, münker, bağy, seyyie, hevâ, israf, fısk, fücûr, hatîe, zulüm gibi kötü ahlâklılık ile aynı veya yakın anlam ifade eden birçok terim vardır.
Ahlâki bir sorumluluktan söz edebilmek için kişinin; akıl sağlığının yerinde olması, yaptığı işi mutlaka hür bir ortamda ve hür iradesiyle yapması, ahlâki eylemin amacı olan iyi ve kötünün bilgisine sahip olunması gerekmektedir.