M. Ali KAYA
AKLI KULLANMA KLAVUZU
M. Ali KAYA

İnsanın kendisini keşfetmesi ve irade terbiyesinde en önemli husus davranışlarla düşünce arasındaki bağı güçlendirmektir. Düşünce aklımıza geldiği anda fiilin de aynen güçlü bir şekilde düşünceye eşlik etmesi gerekir. Bu da ancak güçlü duygularla ortaya çıkar. İçimizde çalışma isteği belirdiği zaman sıcağı sıcağına harekete geçilirse fikirle eylem arasındaki bağ sağlanmış demektir.
Eğitimin görevlerinden birisi de çocuklara güçlü duyguları kullanarak düşünme alışkanlığı kazanmalarını sağlamaktır. Yani fikirlerle duygular arasında, fikirlerle eylemler arasında bağ kurmalarını ve harekete geçmelerini sağlamaktır.
Dini duygular, derin inanç ortamlarında duygularımız daha da güçlenir. Hukuk yasalarında cezalar vardır ve insanı korkutma amacına yöneliktir. Dinde ise hem ceza hem mükafat vardır. Günah işleme korkusu yanında cennet ve saadet-i ebediye gibi mükafatlar da vaat edilmiştir. Bu da insanları itaate ve ibadete yönelme konusunda yoğun bir duygu oluşturur. Bu sebeple inancın insan üzerinde büyük etkisi vardır. Allah korkusu ve sevgisi bu duyguların en güçlüsüdür.
Akıl hakkında yapılan tariflerin en anlamlısı şudur: “Akıl zatıyla maddeden mücerret, fiiliyle madde ile alakadar bir cevherdir.” Tıpkı elektrik gibi… Elektrik ile çalışan bir makinada elektrik zatıyla yoktur; ama etkisiyle o makineyi çalıştırır. Bu sebeple makinaya dokunduğunuz zaman sizi çarpmaz. Akıl ile beyin arasında da benzer bir ilişki olmalıdır.
Akıl anlama âletidir. Meselâ, okuduğumuz bir kitaptaki harfleri göz görür, kelimeleri dilimiz okur; ama manalarını aklımız anlar. Kelimelere anlam veren akıldır. Akıl bir âlet olunca onu biz kullanırız. Hayatı sorgulayan ve hayata anlam katacak olan da aklımızdır. Ben kimim? Dünya nedir? Bu dünyada varlık sebebimiz ve amacımız nedir? Ölüm nedir ve öldükten sonra hayat var mıdır?” gibi soruları soran ve anlamlı cevaplar verecek olan akıldır.
Yüce Allah insanın aklına büyük değer vermiş ve akıllı insanlara hitap etmiştir. Yarattığı varlıklar ve eşyalar üzerinde düşünmeyi ve aklı ile onların özelliklerini ve faydalarını keşfederek kendi faydasına kullanmasını istemiştir. “Aklını kullanmayanları rezillik içinde bırakacağını da bize haber vermiştir.” (Yunus Suresi, 10:100.)
Aklımızı Nasıl Kullanmalıyız?
Bazı insanlar vardır, gerçekten de çok akıllıdırlar. Çok hızlı kavrayabilme, konuların girift noktalarını hemen fark edebilme, bir olayın küçük bir parçasından bütününü görebilme gibi önemli yeteneklere sahiptirler. Ama, insan ne kadar akıllı olursa olsun, ‘aklın iyi kullanılabilmesi’ de, en az ‘akıllı olmak’ kadar önemli bir konudur. Ancak bazı insanlar, bu detay gibi görünen, ama aslında çok önemli bir ahlak özelliği olan konunun tam olarak farkında değillerdir. Halbuki eğer insan, aklını nasıl kullanması gerektiği konusunda özel bir özen göstermezse, ortaya ‘düz akıl’ olarak tanımlanabilecek bir akıl şekli çıkar. Düz akıl akılları gelişigüzel kullanmaktır.
Akıl tek başına ne kadar güzel bir erdem olursa olsun, yine de aklın diğer güzel ahlak özellikleriyle birleştirilmesi gerekir. İnsanın sadece ‘doğruları-yanlışları’ görebilmesi, problemlerin çözümlerini bulabilmesi, isabetli teşhisler yapabilmesi ‘güzel bir ahlak için’ yeterli değildir.
Akıllı bir insanın en önemli özelliklerinden biri ise, ‘her gördüğünü, her bildiğini, her teşhis ettiğini ve her doğruyu düşünmeksizin dile getirmemesidir. Akıllı insan, ‘ne zaman, nerede, ne şekilde konuşması gerektiğini en iyi bilen insan’ olmalıdır. Söylenecek her sözün, -ne kadar doğru ve önemli olsa da- insanlar üzerinde yapacağı etkiyi hesap edebilmelidir. Akıllı bir insan her sözünü, sahip olduğu aklın süzgecinden geçirip eleyerek konuşmalıdır. Her kelimenin, her vurgunun, her ses tonunun insanlar üzerinde nasıl etkileri olacağını hesap ederek ilerlemelidir.
Meselâ, bir doktor, uzman olduğu konuda yaptığı teşhislerden de emindir. Ama bunu dile getirirken bu doktorun, muhatap olduğu hasta olan kişiye karşı belirli bir insaniyet, nezaket ve akılcılıkla yaklaşma sorumluluğu da vardır. Sözgelimi bu hasta kanser tedavisi görmektedir ve birkaç haftalık ömrü kalmış olabilir. Ama herkesin çok iyi bildiği gibi, bu gerçeği dile getirecek olan insanın, hastalığı teşhis edebilecek yeteneklerinin yanında, pek çok insani özelliğe de sahip olması ve hastaya durumunu, olabilecek en insaniyetli üslupla aktarması gerekir. Dolayısıyla, bir şeyi iyi bilmek ya da doğru olanı fark edebilmek, kişiye, onu en düz ve özgür şekilde ifade etme ya da her aklına geleni konuşma özgürlüğü de getirmemelidir.
Asıl akıl alameti, insaniyet, merhamet, itidal, hoşgörü, sevgi, saygı gibi ölçüler içerisinde, pek çok detayı bir arada düşünerek konuşmaktır. Gerçek anlamda akıllı insan da işte aklını, bu detaylarla birlikte kullanabilen insandır. Akıllı bir insan edepli ve ahlaklı, büyüklerine saygılı ve küçüklerine şefkatli insandır. Bu sebeple Hz. Ali (ra) “Edebi olmayanın aklı yoktur” demiştir.
Sonuç: Peygamberimiz (asm) “Kişiyi ayakta tutan aklıdır; aklı olmayanın dini de yoktur” (Camiu’s-Sağir, H. No:6159.) buyurmuşlardır.
Hikâye:
Kızılderili baba, evlerinin önündeki küçük kulübede bir beyaz, bir siyah kurt besler. Oğlu bir gün sorar: “Baba, bizim evi korumak için bir kurt yeter. Neden iki kurt besliyoruz?”
Bilge Kızılderili baba cevap verir: “Oğlum, bunlar semboldür bizim için. Biri iyiliği biri kötülüğü temsil eder.”
Çocuk sorar: “Baba, bu iki kurt da iyi kurt ve kötü kurt olarak bizim içimizde var mı?”
Bilge Kızılderili cevap verir: “Evet, oğlum.”
Çocuk: “Peki, hangisi kazanır baba?”
Bilge Kızılderili tarihî cevabı yapıştırır: “Hangisini beslersen o kazanır oğlum.”
Allah, bizim içimizde iyiliği, güzelliği, şefkati, yardımseverliği, imrenmeyi, sevgiyi de yaratmıştır. Kötülüğü, öfkeyi, hasedi, kıskançlığı, şiddeti de yaratmıştır. Kul, irade-i cüziyesi doğrultusunda kendi seçimini iyi kurttan yana da kötü kurttan yana da yapabilir.
İyi kurttan yana yaparsa içiyle dışıyla, evrenle, yaratıcısı ile uyumlu, huzur ve neşe insanı olur. Kul, seçimini iradesi doğrultusunda kötü kurttan yana yaparsa nefretin, huzursuzluğun, hasedin, kötümserliğin zindanında bir ömrünü tüketir.