M. Ali KAYA
ALLAH BÜYÜKTÜR
M. ALİ KAYA

“Evlat edinmekten münezzeh olan ve mülkünde ortağı olmayan ve hiçbir şeye muhtaç olmadığı için eşi benzeri ve ortağı olmayan Allah’a hamdolsun. Tekbir getirerek onun büyüklüğünü zikret!” (İsra, 17:111.)
Sebeplerin Tesiri Yoktur
Evet, biz de buna “Lebbeyk ve sa’deyk” diyoruz ve kâinat kitabından Allah’ın büyüklüğünü okuyup anlamaya ve anlatmaya başlıyoruz…
Cenab-ı Allah ilim ve kudretiyle her şeyden büyüktür. O öyle bir Halık, Bârî ve Musavvirdir ki kudretiyle insanı bir kâinat gibi kâinatın bir küçük numunesi ve çekirdeği şeklinde tüm kâinattan süzerek yaratmış, aynı şekilde kâinatı da kalem-i kaderiyle insanın nüsha-i kübrâsı olarak kâinatı da yaratmıştır.
Kâinat Allah’ın alem-i ekberi, insan ise onun benzeri âlem-i asgarıdır. Kâinatı bir mescit şeklinde yaratan Allah insanı da o mescidde ibadet eden sacid vaziyetini vermiştir. Alem-i ekberi mülk yapmış, insanı da o mülkte çalışan memeluk kılmıştır. Kainattaki sanat-ı ilâhî o derece harika ve mucizedir ki bir kitap şeklini almış, insanda da o kâinatı okumak için hitap çiçeğini açmıştır.
Kainattak eserler kudret-i Rabbaniyenin haşmet ve celalini gösterdiği gibi, insanı da rahmeti ile yaratıp kainattaki nimetleri onunla tanzim etmiştir. Kainattaki varlıkları Onun Vahidiyetini gösterdikleri gibi, insandaki tecellisi de Onun Ehadiyetini göstermektedir. Kainattaki her şey Onun sikke-i samediyeti olduğu gibi insandaki cisim ve azalarda, hücre ve zerreler de onun birer hatemidir.
Kainattaki varlıkların yaratılmasındaki sür’at ve çoklukla beraber intizam-ı mutlak’ın bulunması, çoklukla beraber mutlak kolaylık ve hüsn-ü sanatla yaratılmaları, karışıklığı ile beraber çok mükemmel temyiz içinde birbirinden ayrılması, kolaylık, çokluk ve sür’atle beraber çok mükemmel sanatlı ve harika olması, akıl sahibi ehl-i tahkik için Onun varlığına, birliğine, ilmine, iradesine ve kudretine en büyük delildir.
Evet, vahdette mutlak bir kolaylık ve suhulet, şirkte ve kesrette işin içinden çıkılması imkânsız bir zorluk ve suubet vardır. Bütün eşyanın Allah tarafından yaratılması bir hurma çekirdeğinden hurma ağacını yaratmak kadar kolaydır. Şayet bir hurma ağacının yaratılması çokların ellerine bırakılsa bir çekirdek bir ağaç kadar, bir ağacın icadı ve yaratılması kâinat kadar müşkülat peyda eder ve her bir ağaç için ayrı bir kâinatı yaratmak gerekir. Zira kâinat bir zatın eseri olsa bütün kâinatı bir ağacın imdadına gönderir ve bütün ağaçları o kolaylıkla yaratır. Şayet her bir ağaç bir başkasına ait olsa her biri bir ağacı yaratmak için ona lazım olan bir kâinatı yaratması gerekir. Yoksa ağacı yaratamaz. Hem ağaç başkasının çekirdek bir başkasının olamaz. Zira o çekirdek o ağaçtan icat edilir.
Evet, vahdette vücup derecesinde bir kolaylık, kesrette ise imtinâ derecesinde bir zorluk vardır. Vahdette maddeye ve zamana ihtiyaç duymadan bir mevcudu adem-i sırftan ibdâ ve icad etmek o şeyi adem-i mutlaktan icat etmektir. Şirk ve kesrette yoktan var etmek ise bütün ehl-i aklın ittifakıyla imkân haricidir.
Vahdetin kolaylığına misal şudur ki: Bir kumandan bir orduya kolaylıkla verdiği vaziyeti ve aldığı müspet sonucu, birçok kumandan aynı orduya vermesi muhaldir. Bir neferin idaresi birçok kumandana verilse o nefer hiçbir şey yapamaz. Bir binadaki taşların aldığı vaziyet bir mimara ve ustaya verilse kolayca şekil aldığı halde, o vaziyeti almak ve o binayı yapma işi, akıllı ve şuurlu farzedilen taşlara bırakılsa her bir taş hem hâkim hem mahkûm olması gerektiği gibi özellikle kemerli ve kubbeli bir mabedi inşa etmeleri imkânsız olacaktır. Aynı şekilde kainattaki yıldızların ve gezegenlerin hareketi yüce Allah’a verilse bir kumandanın askerlerini bir emirle idare etmesi gibi kolay olurken, o vaziyeti almaları tabiata veya tesadüfe bırakılsa ve kendi kendine oluyor denilirse aklen muhal ve imkânsız olur.
Evet, çünkü vahdetteki, birlikteki intisap, gayr-i mahdut bir kudret sahibinin makamına bağlanarak kıyam bulur. Böyle bir makam-ı kudrete bağlananlar esbab olsun, eşya olsun kendi güç ve kuvvet kaynalarını kendisi yüklenmeye mecbur olmuyor. İntisab edlen kudretin makamına göre eşyanın eserleri onda birikip büyüyor. Bu sebeple bir nefer askere intisap etmekle padişahın gücünü ve ordularını arkasında bulur ve bu kudretle bir şahı esir edebilir ve bir kasabayı padişah namına boşaltabilir. Fakat şirkte ve kesrette her şey her sebep kendi gücünü kendi beline ve başına yüklemeye mecbur olduğundan ancak kendi gücü kadar iş yapabilir veya büyük güç gerektiren şeyi asla yapamaz.
Hem bütün eşyanın icadını bir vahide vermekle icâd o derece kolay olur ki, Vahid-i Zülcelâlin ilmindeki eşyanın aynını vücûd-u hariciye nakletmek şeklinde olur. Yani, aynada temessül eden bir sureti fotoğraf kağıdına nakledip harici vücut vermek kadar kolay olur. Yahut daha önce yazılmış, ama görünmeyen bir yazıyı göstermek için bir maddeyi sürüp göstermek gibi kolaydır. Fakat eşyayı sebeplere vermek ve kesrete isnat etmek mutlak yokluktan icad edilmesi lazımdır. O ise imkansızdır. Demek vahdetteki kolaylık derece-i vücûba vasıl olmuş, kesretteki suubet ise derece-i imtinâa girmiştir. Bu sebeple yüce Allah şerik ve muinlere hiçbir cihette muhtaç olmadığı için onlardan müstağnidir.
Sebepler ancak kudret-i ilâhiyenin tasarrufu içinde ince bir perdedirler ve kudretin haşmetini gösterirler, Zât-ı uluhiyeti naks ve kusurdan tenzih için kusurları ve noksanlıkları üzerlerine almak için icat edilmişlerdir. İzzet ve azametin perdesidirler. Nefsü’l-emirde icada hiçbir tesirleri yoktur. Esbab içerisinde en eşref ve ihtiyarı en geniş olan insandır. İnsanın en zahir ef’âl-i ihtiyariye içerisinde olan konuşmak, yemek ve düşünmektir. Bunların dahi insanın ihtiyarında olanı yüz cüz’ünden şüpheli bir tek cüz’üdür. İşte en eşref ve ihtiyarca en geniş bir sebep dahi böyle tasarruftan eli bağlı olsa acaba behimiyât ve cemadat Hâlık-ı arz ve semavatın icadında nasıl şerik olabilir?
Evet, bir padişahın hediyesini içine koyup gönderdiği bir zarf veya ihsanını sana sunduğu bir mendil veya nimetini eline verip sana gönderdiği bir nefer o padişahın saltanatına şerik olabilir mi? Aynen bunun gibi bize Allah’ın nimetlerini getirmeye vasıta olan sebepler dahi hiçbir cihetle şerik-i uluhiyet ve rububiyet olamazlar.
Kaynak: Mesnevi-i Nuriye, Bediüzzaman Said Nursi