M. Ali KAYA
ALLAH'IN BİRLİĞİNİN İSPATI
M. ALİ KAYA

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri Rabbimizi bize tarif eden sonsuz delilleri dört kısma ayırır.
Birincisi: Muhammed Aleyhisselâm’dır ki bütün davası “Tevhid” yani Allah’ın birliğini iddia etmesidir. Peygamberliğine delil olan bütün mucizeleri ve davasının hakkaniyetine delil olan her şey dolayısıyla Allah’ın varlığına ve birliğine de en büyük delildir. Bu sebeple Peygamberimize (asm) “Bürhân-ı Nâtık” ve “Kitab-ı kâinatın ayet-i kübrası” denilmektedir.
İkincisi: Kitab-ı Kebir ve insan-ı ekber olan kâinat kitabıdır. Eser ustadaına delalet ettiği gibi kâinat kitabının herbir sahifesi, satırı, cümlesi, kelimesi, her bir harfi ve noktası dahi Allah’ın varlığına ve birliğine delildir. Böylece Allah’ın varlık ve birliğinin delilleri kainattaki varlıklardan ve atomlardan daha çoktur. Bu sebeple Şinasi “Varlığını bilmeye ne hâcet küre-i âlem ile / Yeter ispatına halk ettiğ bir zerre bile” demiştir.
Bediüzzaman “Ve fî külli şey’in lehû ayetün / Tedüllü alâ ennehû vahidün” mısraını naklederek “Her şey varlığına delildir / Onun birliğine delalet eder” buyurarak Risale-i Nurlarda “Tevhid” delillerine çokça yer vermiştir.
Üçüncüsü: Kitab-ı Mu’cizu’l-beyân olan Kur’ân-ı Azimüşşandır. Kur’ân-ı Kerimin her bir ayeti ve kelimesi de Allah’ın birliğine delildir. Kur’an-ı Kerimin Allah kelamı olduğuna dair delillerin tamamı Allah’ın varlığına ve birliğine de dolayısıyla delildir.
Dördüncüsü ise “İnsan fıtratı ve Vicdanı” da Allah’ın varlığına ve birliğine delildir. Zira insan kâinatın hülasası ve çekirdeği hükmünde olduğu gibi vicdan da akla bir penceredir, gayb ve şahadet aleminin birleştiği bir makamdır ve Tevhidin şuaını neşreder. İnsan aklen inkar etse de vicdanen Allah’ın varlığını ve birliğini kabul eder. Bu durumu ızdırar vaktinde vicdanen hisseder.
Bu sebeple denilmiştir ki “Etturuk-u ilâllahi bi-adedi enfâsi’l-halâık” yani, Allah’a giden yollar mahlukatın nefesleri sayısıncadır.
Sual: - Neden aklıyla herkes göremiyor?
Cevap: - Kemal-i zuhurundan ve zıddının ademinden. Her şey zıddı ile bilinir, Allah’ın zıddı ve şeriki yok ki ona kıyasla aklen hemen bilinsin. Ancak akıl delillerle ve vicdan hissiyatla Allah’ın varlığına ve birliğine şahitlik eder.
“Teemmel sutûru’l-kâinâti fe innehâ,
Mine’l-Melei’l a’lâ ileyke resâilu...”
Yani: Sahifeği âlemin eb’âd-ı vâsiasında Nakkaş-ı Ezelî’nin yazdığı silsile-i hâdisâtın satırlarına hikmet nazarıyla bak ve fikr-i hakikate sarıl. Tâ ki, mele-i âlâdan uzanan şu selâsil-i resâil, seni âlay-ı illiyyîn-i tevhide çıkarsın.” (Mesnevi-i Nuriye, 2006, s. 385-387.)
Olmayana Ergi Metodu İle Allah’ın Varlığının İspatı
Filozoflar “Varlık” denilen eşyanın yoktan yaratıldığını kabul ederler. Bu durumda yok olan varlığın, yokluktan varlığa çıkması ancak dört şekilde mümkün olur. Çünkü bir şeyin meydana getirilmesi için üç şey kesinlikle gereklidir. Birincisi, ilim. Bilmezsen yapamazsın. İkincisi, irade. İstemezsen yapmazsın. Üçüncüsü, kudret. Gücün yetmezse yapamazsın. Dolayısıyla ilmi, iradesi ve kudreti olmayan bir şeyi yapamaz; yoktan hiç yapamaz.
Varlık ve eşya yokluktan varlık alemine çıkmış, varlığını devam ettiriyor ve devamlı olarak tekamül ediyorsa bu durumda dört şıl vardır. Ya “Kendi kendine olmuştur.” Veya, “Sebeplerin bir araya gelmesi ile olmuştur.” Hahut, “Tabiat icad etmiş, vücut vermiştir.” Veyahut, “İlim, irade ve kudret sahibi, yaratılmayan ve yaratılmışlara muhtaç olmayan birisi tarafından icat edilmiş, yaratılmıştır.”
Bu dört ihtimalden başka bir seçenek olmadığına göre ilk üç seçeneğin aklen muhal, imkansız ve mümtenî olduğu ispat edilirse dördüncü şık olan “İlim, irade ve kudret sahibi Allah’ın yarattığı sabit olur.
Birinci İhtimal: “Her şey kendi kendini icad ediyor” ihtimali tamamen çürük bir iddiadır. Akıl olmayan bir şeyin önce olduğunu kabul edip sonra kendisini tekrar oluşturmak için yok etmesini ve yeniden oluşturmasını kabul edebilir mi? Buna imkan ve ihtimal var mıdır? Ne demek kendi kendini icat etmek? Böyle saçma, safsata, imkansız ve akıl dışı bir şey kabul edilip iddia edilebilir mi?
İkinci İhtimal: Sebeplerin bir araya gelmesi ile vücut bulması da imkansızdır. Zira yok olan sebepler yokluktan varlığa nasıl çıkacaktır? Veya var olan eşya bir başka şeyi meydana getirmek için nasıl bir araya gelip anlaşarak kendi varlılarını yok ederek bir başka varlık haline gelecektir? Kaldı ki varlığı oluşturan sebepler dediğimiz, ısı, ışık, hava, su, toprak ve madenlerin hiçbirisi canlı olmadığı, canlılara ait olan “ilim, irade ve kudret” gibi sıfatlara sahip olmadıkları, canlı olanların da yine cahil, akılsız ve iradesiz, hiçbir kudrete sahip olamyan” varlıklar olduğu bir gerçektir. Cansızların can vermesi, canlı olanların da hiçbir bilgileri, irade ve akılları olmadıkları halde çok mükemmel ilim, sonsuz irade ve kudret gerektiren işleri yapmalarına imkan ve ihtimal yoktur. Bu durumda bu ikinci şıkkın da imkansızlığı sabit olmaktadır. Kendilerinde hayat, ilim, irade, kudret olmayan, görmeyen, işitmeyen ve konuşmayan varlıkların sebepleri bir araya getirerek canlı, ilim sahibi, irade ve kudrete malik, gören ve işiten ve konuşan varlıkları oluşturmaları mümkün olur mu? Kendisinde olmayan başkasına verebilir mi?
Üçüncü İhtimal: Tabiatın her şeyi yoktan yartması ve var olan varlıklardan başka varlıkları icad etmesi de aklen ve ilmen mümkün değildir. Tabiat nedir? Tabiat kitapları “Canlı cansız bütün varlıklara tabiat denir” şeklinde tarif etmiştir. Tabiat varlık alemindeki canlı ve cansız varlıklar olduğuna göre kendi kendilerini yaratmayacakları birinci ihtimalde çürütülmüştür. Sebeplerin de yaratıcı olamayacağı ikinci ihtimalde çürütülmüştür. Bu durumda tabiat olaylarını ele almamız gerekir.
Tabiatta meydana gelen doğumlar, ölümler, olaylar ve oluşumları ele alacak olursak meselâ kıştan sonra baharın gelmesi, kışın ölmüş olan tüm bitki ve hayvan türlerinin yeniden dirilmesi olayına ele alacak olursak şöyle bir soru ile karşılaşırız.
Acaba tabiatta canlılar mı cansızları yaratıyor, yoksa cansızlar mı canlıları yaratıyor? Tabii olarak canlıların cansızları yaratacağı aklen kabul edilebilir. Zira cansızların canlıları yaratma ihtimali asla sözkonusu olamaz. Halbuki tabiatta bunun tam tersi olmaktadır. Cansız topraktan ve sudan milyonlarca canlı yaratılmaktadır. Peki cansızlar bu canlıları yaratmadığına göre, kim yaratmış olabilir?
Sonuçta tabiatın da canlılar ve cansızların da yaratıcı olamayacağı, yaratılmış varlıklar olduğu açıktır. Bu durumda cansızları da canlıları da sebepleri de sonuçları da yaratan “İlim, irade ve kudret sahibi, her şeyi gören, her sesi işiten ve hayat sahibi olup tüm varlıklara hayat veren Allah’tan başka yaratıcı olmadığı açıkça ortaya çıkmaktadır. Aklen ve mantıken dördüncü ihtimal olan Allah’ın yaratmasından başka bir yol kalmamış oluyor.
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Tabiat Risalesi” adı altında yazdığı bir eserinde “Allah hakkında şek ve şüphe olabilir mi?” (İbrahim Suresi, 14:10.) ayetini tefsir ederek hiçbir şeyin kendi kendine olamayacağını, sebeplerin ve tabiatın mucid olmasının mümükün olmadığını, yaratıcının ancak “Hayat, İlim, İrade ve Kudret sahibi ezeli ve ebedi bir Zat-ı Zülcelâl olan Allah” olduğunu çok mükemmel bir şekilde ispat etmiştir.
Evet, Allah’tan başka yaratıcı yoktur.
İlimlerin tamamı bunu ispat etmektedir.
Felsefecilerin Allah’ın Varlığına Ait Delilleri
Filozoflar da Allah’ın varlığını ispat etmek için “Hudus Delili” ve “İmkân Delili” olmak üzere iki temel delil ile Allah’ın varlığını ispat etmişlerdir.
Hudus Delili: Ortada bir eser varsa mutlaka onun bir ustası vardır. Sonradan yaratılan her şey bir usta tarafından yapılmıştır derler. bunu ispat için “Alem değişkendir. Değişken olan her şey sonradan yaratılmıştır kadim olamaz. Sonradan yaratılan şeylerin bir yaratıcısı vardır. Öyle ise sonradan yaratılan kainatın da yaratılmış olmayan bir yaratıcısı vardır. O yaratıcı da ancak Allah’tır” demişlerdir. Doğru önermelerden yola çıkarak doğru sonuca ulaştıran bu delile “Hudus Delili” denilir.
İmkan Delili: Felsefecilere göre var olan şeyler üçe ayrılır. Birincisi varlığı aklen vaciptir. İkincisi, varlığı aklem mümkün değildir. Üçüncüsü, varlığı ile yokluğu aklen müsavidir. Sonradan yaratılan tüm varlıklar böyledir. Buna da mümkün denilmektedir. Aklen bu üç yoldan başka yol da yoktur.
Aklen varlığı vacip, yani zorunlu olan varlık Allah’tır. Zira yokluktan varlığı icat etmek ancak varlığı zaruri, yani zorunlu olan ve yokluğu imkansız bulunan “ezeli ve ebedi” birinin varlığı gerekir. Sonradan yaratılmış olsa o zaman varlığı zorunlu olmaz, mümkün olur. Bu durumda yaratıcı değil, yartılmış olur. Bu sebeple Allah’a “Vacibu’l-Vücud” yani, varlığı kesin ve zorunlu varlık denilmiştir.
Allah’ın yokluğu muhaldir, imkansızdır. Zira Allah’ın varlığını kabul etmediğimiz zaman hiçbir şeyi doğru olarak izah edemeyiz.
Yaratılan tüm varlıklar da mümkün varlıklardır. Daima değişme ve gelişme durumundadır. Her an varlıktan yokluğa ve yokluktan varlığa yaratıcı tarafından götürülüp getirilir. Şöyle veya böyle olması zorunlu değildir, her ihtimalde olabilir, yaratıcının iradesi nasıl isterse öyle olur. Dolayısıyla madem varlıklar mümkünattandır, öyle ise onları yokluktan varlığa çıkaran ve çeşitli imkanlar dairesinde evirip çeviren bir “Vacibu’l-Vücût” vardır.
Bu delile “İmkan Delili” denilmektedir.
İman Davası”nın yılmaz savunucusu Bediüzzaman Said Nursi hazretleri bu iki delili şöyle vecizelendirmiştir.
“Bir harf katipsiz olmaz. Bir iğne ustasız olmaz. Bir köy muhtarsız olmaz... Elbette bu kainat da yaratıcısız olmaz.”
Evet, Allah’ın inkarı mümkün değildir. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde şöyle buyurur: “Allah’ı nasıl inkar edersiniz ki, o sizi yoktan ve bir takım cansız maddelerden yaratıp hayata kavuşturdu. Sonra sizi öldürecek, sonra tekrar diriltecektir. Sonunda Onun huzurunda diriltileceksiniz.” (Bakara Suresi, 2: 28.)
İnayet Delili: Bu delile “Gaye ve Nizam Delili” de denilmektedir. Hülasası şudur: Kainatta mükemmel bir nizam, intizam ve düzen vardır. Her şey birbiri ile uyumlu olup birbirine yardım etmektedir. Böyle mükemmel bir nizam ve intizam bu her şeyi yaratan ve düzene koyan ilim, irade ve kudret sahibi birisi olmadan kurulamaz. Zira bu düzende her şey hadsiz fayda ve menfaatlere yönelik olarak pek çok gaye ve maksatları takip etmektedir. Her şeyin bir çok amacı vardır ve eşya ve varlık bu amaca hizmet etmektedir. Öyle ise bu amacı ve hedefi koyan, eşyayı kemale sevk eden bir kâmil ve mükemmel nâzım vardır.
Bu delil imkan ve hudus delilinden daha güçlüdür ve daha etkindir. Zira bu insanlığın gözü önünde cereyan etmekte ve her an tazelenmektedir. Bu sebeple Kur’ân-ı Kerim inayet deliline çok yer vermiştir. Bu konuda sadece bir ayeti misal vermek yeterlidir.
“Şübhesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ard arda gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde akıp giden gemilerde, Allah’ın gökten bir su indirip de, onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesi ve orada her hareketli canlıyı yaymasında, rüzgârların hareketlerinde ve gökle yer arasında emre boyun eğdirilmiş bulutlarda aklı olan bir topluluk için Allah’ın varlığına ve birliğine kesin deliller vardır.” (Bakara Suresi, 2:164.)
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri bu delil ile ilgili olarak şöyle der: “Bu delil; kâinatı ve kâinatın cüzlerini ve nevlerini ihtilâlden, ihtilaftan, dağılmaktan kurtarıp bütün özelliklerini düzen altına almakla kâinata hayat veren nizamdan ibarettir. Bütün maslahatların, hikmetlerin, faydaların, menfaatlerin kaynağı, bu düzendir. Menfaatlerden, maslahatlardan bahseden bütün Kur'ân ayetleri, bu düzen üzerine yürüyor ve bu nizamın tecellisini gösteriyor.
Binaenaleyh bütün maslahatların, faydaların, menfaatlerin kaynağı olan ve kâinata hayat veren bir düzen; elbette ve elbette bir düzen koyucunun varlığını gösterdiği gibi, o düzen koyucunun kasıt ve hikmetini de göstermekle, kör tesadüf vehimlerini çürütür." (İşaratü'l-İ'caz, 231-235.)
Bu delil çok daha açık ve ikna edici olduğu için hudus ve imkan deliline göre Kur'an'da çok daha fazla kullanılmıştır. Risale-i Nur da Kur'an'ın bu metodunu takip ederek bu delile çok daha fazla yer vermiştir. Bu sebeble risalelerde gayet ikna edici ve imanı kuvvetlendiren bolca deliller, dersler vardır.