M. Ali KAYA
CEMAAT NEDİR NE DEĞİLDİR?
Güncelleme tarihi: 5 Mar 2022
M. ALİ KAYA

Giriş
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Ey iman edenler! Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, bölünüp parçalanmayın!” (Âl-i İmran, 3:103.) “Allah kendi yolunda birbirine kenetlenmiş kemerli binalar gibi sımsıkı saf tutarak savaşanları sever” (Saf, 61:4.) buyurur. Peygamberimiz (asm) de “Cemaatte rahmet ayrılıkta azap vardır.” (Şeybani, Müsned, 4:278.) “Bereket cemaatledir” (İbn-i Mace, Et’ime, 17.) buyurmuş ve cemaate önem vermiş ve “Allah ümmetimi dalalette birleştirmez. Allah’ın eli cemaatin üzerindedir. Cemaatten ayrılan ateşe ayrılmış olur.” (Tirmizî, Fiten, 7) ferman etmiş, bir başka rivayette “Cemaatten bir karış kadar ayrılan kimse İslam’ın boyunduruğunu boynundan çıkarmış olur” (Tirmizî, Emsal, 3.) buyurmuşlardır.
Birlik ve beraberliğin önemini bilmeyen yoktur. Atalarımız “Bir elin nesi var, iki elin sesi var” demişlerdir. Ancak cemaat nedir? Cemaatten kast edilen nedir? Bunu iyi tahkik etmemiz gerekmektedir. Yoksa her grup ve bir lider etrafında toplananlar kendilerini cemaat kabul edip kendilerinden ayrılanları cemaatten ayrılmış, İslam’dan uzaklaşmış ve cehenneme yaklaşmış olarak görmektedirler.
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri 1922 Kasım ayında Ankara TBMM’ye gelir ve orada neşrettiği ve mebusana okuttuğu “Beyanname”de “Şu inkılâb-ı azîmin temel taşları sağlam gerek. Şu meclisin şahsiyet-i mâneviyesi, sahip olduğu kuvvet cihetiyle, mânâ-yı saltanatı deruhte etmiştir. Eğer şeâir-i İslâmiyeyi bizzat imtisal etmek ve ettirmekle mânâ-yı hilâfeti dahi vekâleten deruhte etmezse, hayat için dört şeye muhtaç, fakat an'ane-i müstemirre ile günde lâakal beş defa dine muhtaç olan şu fıtratı bozulmayan ve lehviyat-ı medeniyeyle ihtiyâcât-ı ruhiyesini unutmayan milletin hâcât-ı diniyesini Meclis tatmin etmezse, bilmecburiyye mânâ-yı hilâfeti, tamamen kabul ettiğiniz isme ve resme ve lâfza verecek. O mânâyı idame etmek için kuvveti dahi verecek. Halbuki, Meclis elinde bulunmayan ve Meclis tarikiyle olmayan öyle bir kuvvet, inşikak-ı âsâya sebebiyet verecektir. İnşikak-ı âsâ ise “Allah'ın dinine ve Kur'ân'a hep birlikte sım sıkı sarılın” (Âl-i İmran, 3:103.) âyetine zıttır. Zaman cemaat zamanıdır. Cemaatın ruhu olan şahs-ı mânevî daha metindir. Ve tenfiz-i ahkâm-ı şer'iyeye daha ziyade muktedirdir. Halife-i şahsî, ancak ona istinad ile vezâifini deruhte edebilir. Cemaatin ruhu olan şahs-ı mânevî eğer müstakim olsa, ziyade parlak ve kâmil olur. Eğer fena olsa, pek çok fena olur. Ferdin iyiliği de fenalığı da mahduttur. Cemaatin gayr-ı mahduttur.” (Tarihçe-i Hayat, 179-180.) demiştir.
Bir fikir ve amaç için bir araya gelen insanların oluşturduğu topluluğa cemaat denilmektedir. Bu meslekî olduğu gibi fikrî ve sosyal da olabilir. Oyun ve eğlence amacı ile bir araya gelenler bir cemaat oluşturdukları gibi, bir mesleği geliştirmek amacı ile bir araya gelenler de bir cemaat teşkil ederler. Bu anlamda aynı mesleği, aynı düşünceyi takip edenlerin aynı hedefe doğru yürürken yardımlaşmaları cemaatî bir durumdur denilebilir. Böyle bir amaca hizmet için bir araya gelenler o birliği ve beraberliği korudukları sürece işlerinde, mesleklerinde ve faaliyetlerinde başarılı olurlar. Ama aralarında ihtilaf girerse, farklı düşünce ve faaliyetlere yönelirlerse o birliktelik bozulur ve hedeflerine ulaşamazlar. Bu gerçeği Bediüzzaman “Cemaatte vahid-i sahih olmazsa, cem ve zam, kesir darbı gibi küçültür.” (Mektubat, s.672.) Nitekim sayıların çarpımı artırırken, kesirli sayılarda ise küçültür. Dört kere dört on altı yaparken, bir bölü üç, bir bölü üçle çarpılırsa bir bölü dokuz olur. Bu da dokuz defa daha küçülür. Yani, “insanlarda sıhhat ve istikamet ile vahdet olmazsa, ziyadeleşmekle küçülür, bozuk olur, kıymetsiz olur.”
İslâmî Cemaat Nedir?
Cemaat kelimesinin kökü olan “c-m-a” kelimesinin anlamı cem etmek, toplamak ve bir araya getirmektir. Cemaat, bir amaç için bir araya gelen insan topluluğuna denmektedir. Geniş anlamı ile bir fikir ve inanç etrafında toplanan gruba verilen isimdir. Din dilinde, yani fıkıhta ise, beraber namaz kılmak amacı ile bir imamın arkasında toplanan ve en az üç kişiden meydana gelen ibadet grubudur. Bütün bunlarla beraber cemaat geniş anlamı ile bir dine inananların tümünü içine alan geniş bir terimdir. “İslam Cemaati” bütün Müslümanları, Yahudi ve Hıristiyan Cemaati tabiri de bütün Yahudi ve Hıristiyanları içine alır.
Cemaat anlamlı ve şuurlu bir birlikteliktir. Kuru kalabalıklar cemaat adını almazlar. İslam dini cemaate çok değer verir. Bir araya gelerek ibadet etmeyi teşvik eder ve buna “cemaat” adını verir. Namaz için bir araya gelenlere “cemaat”, toplu namaz kılınan ve ibadet edilen yere “câmi” ve bir beldede bulunan tüm inananların bir araya gelerek kılmaları ve dini öğüt almaları gereken ibadete “Cuma Namazı” adını vermiş ve Cuma Namazı için toplanmayı en önemli farz ibadet saymıştır. Cemaatle kılınan namazlarda imamın kıraati yeterli sayılmış, imama uyanların okumalarına gerek olmadığını kabul edilmiştir. Bu da cemaatin şuurlu ve anlamlı bir birliktelik ve bir vücut gibi “şahs-ı manevi” teşkil etmelerinin ifadesidir. Böylece imama uymak ve imamın yaptıklarını yaparak sosyal hayatta da böyle olmaları istenmiştir. Bu cemaatte imtiyaz ve ayrıcalık yoktur; tüm cemaat fertleri arasında eşitlik ve kardeşlik vardır. Üstünlük ise “Takva” ölçüsüne göredir, takva da tevazuu ile kendisini gösterir. En üstün en çok Allah’tan korkandır; en çok Allah’tan korkan ise insanların en mütevazı olanıdır.
Cemaat şuursuz bir kalabalık olmadığı gibi, belli şahısların etrafında toplanan küçük gruplar da değildir. Bilakis bir dine inanan ve hak yolda olan bütün inananlardır. Bu manada İslam cemaati istikamet ve hidayet üzere hak yolda olan mü’minlere “Ehl-i Sünnet ve’l-cemaat” adı verilmiştir. Bediüzzaman Said Nursi bu manayı takviye için “Cemaatte vahid-i sahih olmazsa cem ve zam kesir darbı gibi küçültür” ifadesi ile aynı inanç ve amacı taşımayanların birlik ve güç oluşturmak yerine bilakis birliği bozucu ve gücü zayıflatıcı rolüne dikkatimizi çekmiştir.
Sosyal hayatın çok anlamlı ve geniş birliktelikleri gerekli kıldığı zamanımızda insanları bireysel ve ferdî liderler etrafında bir araya getirme imkânı kalmamıştır. Bu durumda kurumsal yapılar öne çıkmıştır. İnsanlar artık liderlerin etrafında değil kurumları içinde bir değer ve statü, güç ve kuvvet kazanmakta ve güçlü kurumlarla kendilerini güçlendirirler. Bu alamda eskiden olduğu gibi devlet padişahtan ibaret değildir, en güçlü ve en geniş kurumdur ve geliştirdiği kurumsal yapılarla kendisini daha da güçlendirmektedir. Eskiden padişahlara dayananlar güçlü olurlarken, günümüzde padişahlar bile güçlü kurumlara dayanarak gücünü korumakta ve gücünü göstermektedir. Bu sebepledir ki Bediüzzaman Said Nursi 1922 yılında ısrarlı davetler ile çağrıldığı TBMM’de “Zaman cemaat zamanıdır. Cemaatin ruhu olan şahs-ı mânevi daha metindir” demiş ve TBMM gibi güçlü bir kurum etrafında bir araya gelmeyi ve “Allah'ın ipine sarılmak” ayeti gereği bölünmelere sebep olmadan kurumsal yapıyı güçlendirme yoluna gitmelerini tavsiye etmiştir. (Tarihçe-i Hayat, 2006, s. 225.)
Zamanımızda cemaati güçlendirmenin ve cemaat oluşturmanın yolu bütün inananlara hitap eden güçlü kurumsal yapılar oluşturmak ve inananları bu güçlü kurumlar etrafında bir araya getirmekten geçmektedir. Peygamberimiz (sav) bu hususa dikkatlerimizi çekerek “Mü’minler bir vücudun azaları gibidirler. Bir organ hastalanır ve zarar görürse bütün vücut onun ile ilgilenir” (Buhari, Edeb, 27; Müslim, Birr, 17.) buyurarak atomların, moleküllerin, hücrelerin, organların bir araya gelerek bir ruh etrafında birleştiği gibi, bireyler, kurumlar ve kuruluşlar etrafında bir amaç ve hedef için bir araya gelmemizi istemiştir. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Kuvvetli bir bina gibi saf tutarak cihat eden mü’minleri sevdiğini” (Saf, 61:4.) söylemektedir. Bu ayette kurumsal yapıları oluşturan binalardan bahsedilmesi enteresandır.
Yine peygamberimiz (sav) “Cemaatte rahmet, ayrılıkta azap vardır” (Müsned-i Ahmed, 4:145.) buyurur. Cemaatle bir araya gelerek yapılan ibadetlerin sevabının bireysel ibadetlerden 27 derece daha üstün olduğunu (Buhari, Ezan, 30; Müslim, Mesacid, 42; Ebu Davud, Salât, Hadis No: 1153; İbn-i Mâce, Mesâcid, 16, Tirmizi, Salât, 245.) belirtmekte ve mutlaka bireysel ibadet ve faaliyet yerine cemaatî ve kurumsal hizmetlere dikkatimizi çekmektedir.
İnsanlar Arasında İhtilafın Sebepleri
İnsanlar arasında ihtilaflar kaçınılmazdır. Her insan farklı kişilik yapısına sahiptir. Zira yüce Allah her insanı farklı yarattığı gibi düşünceleri, beklentileri, hedefleri ve anlayışları farklıdır. Bilgileri de farklıdır. Bu farklılıklar düşüncelerinin de farklı olması normaldir. Bu sebeple aynı konuda dahi farklı düşüncelere sahip olabilirler. Eğitim, çevre ve aile yapısı da düşüncelerini etkiler.
İnsanların düşüncelerinin farklı olması gayet normaldir. Normal olmayan farklı düşünceleri sanki kesin doğruymuş gibi başkalarına empoze etmeye ve zorla kabul ettirmeye çalışmalarıdır. Bakış açıları ve farklı zamanlaması da bir şeyi farklı görebilir. Bir ağacı farklı mevsimlerde görenlerin o ağaç hakkındaki bilgisi farklı olacaktır.
Tecrübeler ve başlarına gelen olaylar, doğru bilgiye ulaşılması zamanla fikirlerin değişmesine ve gerçeği görmeye yardımcı olur. Böylece varlıkta daima tekâmül vardır. Sahip olduğumuz fikirlerin sabit ve değişmez olduğuna inanırız; fakat zamanla siyasi fikirler dahil olmak üzere fikirlerimizde sürekli bir değişimin olduğu gerçektir.
Bediüzzaman ihtilafı müspet ihtilaf ve menfî ihtilaf diye ihtilafı ikiye ayırır. Zira Peygamberimiz (asm) “Ümmetimin ihtilafında rahmet vardır” (Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 1:64; Münâvî, Feyzü'l-Kadîr, 1:210-212.) buyurur. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri bu hadis-i şerifi izah eder ve şöyle der: “Hadîsteki ihtilâf ise, müsbet ihtilâftır. Yani, her biri kendi mesleğinin tamir ve revâcına sa'y eder. Başkasının tahrip ve iptaline değil, belki tekmil ve ıslahına çalışır. Amma menfi ihtilâf ise - ki garazkârâne, adâvetkârâne birbirinin tahribine çalışmaktır - hadîsin nazarında merduttur. Çünkü birbiriyle boğuşanlar müsbet hareket edemezler.
Farklı düşünceler o düşünceler etrafında toplanan insanlar zamanla tarafgirlik hissine kapılırlar. Tarafgirlik de hak namına olsa, haklılara melce olabilir. Fakat şimdiki gibi garazkârâne, nefis hesabına olan tarafgirlik, haksızlara melcedir ki, onlara nokta-i istinad teşkil eder. Çünkü, garazkârâne tarafgirlik eden bir adama şeytan gelse, onun fikrine yardım edip taraftarlık gösterse, o adam o şeytana rahmet okuyacak. Eğer mukabil tarafa melek gibi bir adam gelse, ona-hâşâ-lânet okuyacak derecede bir haksızlık gösterecek.”
Fikir tartışmaları ve çarpışmaları da kaçınılmazdır. İnsanın olduğu yerde problem de çatışma da bitmez. Bu da hak namına ve hakikat hesabına olursa faydalıdır. Bediüzzaman “Hak namına, hakikat hesabına olan tesadüm-ü efkâr ise, maksatta ve esasta ittifakla beraber, vesâilde ihtilâf eder. Hakikatin her köşesini izhar edip hakka ve hakikate hizmet eder. Fakat tarafgirâne ve garazkârâne, firavunlaşmış nefs-i emmâre hesabına hodfuruşluk, şöhretperverâne bir tarzdaki tesadüm-ü efkârdan bârika-i hakikat değil, belki fitne ateşleri çıkıyor. Çünkü, maksatta ittifak lâzım gelirken, öylelerin efkârının küre-i arzda dahi nokta-i telâkîsi bulunmaz. Hak namına olmadığı için, nihayetsiz müfritâne gider, kàbil-i iltiyam olmayan inşikaklara sebebiyet verir. Hal-i âlem buna şahittir” (Mektubat, 22. Mektup, s. 380-381.) demektedir.
Bediüzzaman cemaatte tesanüdün önemini şöyle ifade eder: “Tesanüt içindeki bir cemiyet, ataleti harekete tebdil eden bir vasıta olur. Tehasud içindeki bir cemaat ise, hareketi atâlete çevirmeye vasıtadır.” (Mektubat, s.672.)
Cemaat, aynı düsturları paylaşanların beraberliğidir. Bediüzzaman “Dinî cemaatlar maksatta ittihad etmelidirler. Mesalikte ve meşreplerde ittihad mümkün olmadığı gibi, caiz de değildir. Zira taklit yolunu açar ve ‘Neme lâzım, başkası düşünsün’ sözünü de söylettirir.” (Bediüzzaman Said Nursi, İlk Dönem Eserleri, Hutbe-i Şamiye, s. 577.) buyurarak amaç ve hedef birliği yapmak cemaatleşmek, beraber hareket ederek amacı gerçekleştirmek şeklinde ifade etmiştir.
Muhalefetin Meşru Olması ve Demokrasi
Demokrasiye sadece “Siyasi Partiler” bağlamında bakanlar tarihte Müslümanların parti kurmamalarına ve demokrasinin gereği olan partiler aracılığı ile yönetime talip olup siyasi mücadele vermemelerine bakarak İslam ile Demokrasiyi bağdaştırmayarak demokrasiye karşı tavır almışlardır. Özellikle “Partilerin kurulması İslam’a aykırıdır” diyenler partili demokratik sistemin İslam’a aykırı olduğunu iddia etmektedirler. Bu iddia sahipleri partili siyasi hayatın batıda son iki yüz yılda ortaya çıktığını görmeleri gerekir. Parti parlamenter sistem ile ilgilidir. Amacı ülke kalkınmasını sağlayacak projeler ortaya koyarak, problemlere farklı çözümler üretip yönetime talip olduğunu söyleyerek oy talebinde bulunmaktır. Böylece halkın önüne tercih seçeneği sunarak kötü yönetime mahkûm olmadıklarını anlatmaktır.
Partinin bir anlamı da “Muhalefet”tir. Muhalefet anlamında parti Hulefa-i Raşidinin yönetim şeklinden sapmaya karşı siyasi amaçla ortaya çıkan fırkalara parti anlamını vererek bakan batılılar vardır. Nitekim Alman teolog Julius Wellhausen, Şia ve Haricilerle ilgili kitabına “Ahzâbü’l-muâraza es-Siyâsiyye ed-Dîniyye fî Sadri’l-İslâm: el-Havâric ve’ş-Şîa” yani, “İslam’ın İlk Döneminde Siyasi ve Dini Muhalefet Partileri” adını vermiştir. (TDV İslam Ansiklopesidi, 43:156.)
Hizip “Parti” anlamında kullanılan bir kelimedir; çoğulu “Ahzâb”dır. Kur’ân-ı Kerim de “Ahzâb Suresi” vardır. Ahzâb, aynı amaca hizmet eden gruplar” anlamına gelmektedir. (Mu’cemu’l-Elfâz’il Kur’âni’l-Kerim, Kâhire-1986, s. 132.) Belli bir amaç için bir araya gelmek iyilik için de olabilir, kötülük için de olabilir.
Maalesef İslam dünyasında çok partililiğe ümmetin birliğini parçalayan gruplar olarak bakılmış ve çok tartışma konusu olmuştur. Ama ne var ki farklı düşünce ve fikir sahibi vatandaşları dışlamadan, fikir ve ilim hürriyeti ve siyasi hayata katılma hürriyeti çerçevesinde ülkeye faydalı şekilde örgütleme ve hizmet ettirme düşüncesi batıda gelişmiştir. Bu sebeple Süleyman Demirel “Demokrasi muhalefete hürriyet tanıyan, iktidar yarışına sokan ve iktidar imkânı veren bir sistemdir. İktidar her rejimde vardır; ama iktidarı demokratik yapan hür muhalefetin bulunmasıdır” demiştir. Doğru olan da budur.