M. Ali KAYA
DOĞRU BİLGİNİN KAYNAKLARI
Güncelleme tarihi: 20 Mar 2021
M. Ali KAYA

İnsan konuşan, öğrenen ve düşünerek bildiklerinden analiz, sentez ve muhakeme yoluyla bilmediği bilgileri çıkarabilen bir canlıdır. Allah’ın kendisine ihsan ettiği duyular ve duygular vasıtası ile etrafında olup biteni algılar, anlamlandırır ve bunları zihninde yorumlar ve idrak eder. Zihnimiz ayrıca haber yolu ile el
de ettiği verileri değerlendirerek birtakım sonuçlara ulaşır. Bu sonuçlar gerçeğe uygun ise ona bilgi denir. Gerçeğe uygun değil ise buna da zan, tahmin, şek, şüphe, vehim, safsata ve cehil denir.
“Esbâb-ı İlim” denilen bilginin kaynakları üçtür:
1. Havass-ı Selime: Sağlıklı duyularımız. Bunlar görme, işitme, koklama, tatma ve dokunma duyuları olmak üzere beştir. Ancak bu duyularımız sağlıklı ve sağlam olması gerekir. Bunlarla elde edilen bilgiler bizim dünyayı ve eşyayı algılamada temel bilgilerimizdir. Duyular yanılmaz ve bize sağlıklı bilgiler verir.
2. Haber-i Sadık: Doğruluğu kesin olan haberler de bilgi kaynaklarımızdan biridir. Haberler bize geçmişe ve geleceğe ait bilgileri ve olaylar ile ilgili bilgileri verir. Kesinliği ve doğruluğu net olan haber de “Haber-i Resul” ve “Haber-i Mütevatir” olmak üzere ikiye ayrılır.
2.1. Haber-i Resul: Mucize ile peygamber olduğu ve Allah’tan haber aldığı kesin olan peygamberlerin haberleri kesinlikle doğrudur. Bizim aklımız almasa da bilgimiz onu anlama konusunda yetersiz olsa da peygamberlerden gelen bilgiler kesinlikle hakikattir ve doğrudur; ancak zamanla bilgi ve anlayışımız arttıkça onların doğru olduğunu anlarız. Bu sebeple Bediüzzaman “Zaman ihtiyarladıkça Kur’an gençleşiyor, rumûzu tavazzuh ediyor” demiştir. Peygamberlerin en birinci sıfatı “Sıdk” yani doğruluklarıdır ki Hz. Muhammed (asm) nübüvvetten önce “Muhammedü’l-Emin” olarak biliniyor ve tanınıyordu.
Peygamberden işitilen ve yalan üzere ittifak etmeleri imkansız olan bir cemaatin (üç kişiden fazla ravinin) haber verdiği söze “Mütevatir Hadis” denir. Başlangıçta tevatür derecesinde olmayan, ama sonradan mütevatir haline gelen haberlere “Haber-i Meşhur” bunun dışında bir kişi tarafından rivayet edilen hadiselere de “Haber-i Vahid” denir. Bunların hepsi kesin doğru bilgilerdir.
Ayrıca haber-i vahid olarak rivayet edilen, ancak sahabenin sukut edip ses çıkarmayarak kabul ettiği haberlere de “Sukûti İcmâ” ile sabit olduğu için “Manen mütevatir” hadis ve haber denilmiştir. Zira, meselâ Peygamberimizin (asm) parmaklarından suyun akması ve 1500 sahabenin bunu görerek o sudan içip kaplarını doldurdukları halde Cabir b. Abdillah (ra) gibi bir sahabeden rivayet edilmiştir; ancak onun bu rivayeti diğer tüm sahabeler tarafından itiraz edilmeden kabul edilmesi, haber-i vahid şeklinde rivayet edilse de 1500 sahabenin sukûtî icması ile “Manen Mütevatir” olup kesinliği sabit bir haberdir. Aynı şekilde Peygamberimizin (asm) bir mucizesine şahit olup onunla imana gelen bir sahabi hayatı boyunca o mucizeyi anlatarak gezmiş ve kimse itiraz etmemiştir. Bu gibi haberler de manen mütevatir sayılır ve kesinliği sabit olmuş olur ve bu habere “Haber-i Ahad” diye itiraz edilmez. Bu rivayetler Yakîn Bilgi (kesinliği sabit) sayılır.
2.2. Haber-i Mütevatir: Yalan söylemeleri aklen mümkün olmayan ve birbirini yalanlamayan bir topluluğun rivayet ve anlattıkları farklılığı olsa da verdikleri haberlere mütevatir haber denir. Buna “Cümlenin maksudu bir amma rivayet muhtelif” denir. Roma ve Endülüs devletleri hakkındaki bilgiler, Türklerle ilgili Çin, İran ve Arap kaynaklarının verdiği haberler, Hz. Musa (as) ve Hz. İsa (as) hakkındaki bilgiler farklı da olsa onların tarihte var olduklarının kesin olduğunu bildirir. Aklın ortaya koyduğu veriler ve Tarih Usulü gibi ilimlerin ortaya koyduğu usul ve kriterler de bilginin sağlamlığını ortaya koyduğu gibi, yalan ve yanlış olanları doğrusundan ayırır. Böylece sağlıklı bilgilerin ortaya çıkamasını sağlar. Amerika kıtasını görmemiş bile olsak oradan farklı tarihlerde birbirlerinden haber olmadan gelenlerin anlattıkları bilgi ve haberler bize Amerika kıtasının varlığını kesin olduğunu anlatır.
3. Akıl: Allah’ın insana verdiği en değerli nimet akıldır. Akıl, insanın anlama, anlam katma ve muhakeme etme kabiliyetidir. İnsan duyularla ve haberlerle elde ettiği ve kazandığı bilgileri analiz ve sentez yaparak, muhakeme ederek ve mantık ve belagat kuralları çerçevesinde akıl yürüterek yeni bilgilere ulaşır. Bu bilgiler de yakîn, yani, kesinlik ifade eder. Dünyanın yuvarlak olduğu, ayın ışığını güneşten aldığı, bir bütünün parçalarından büyük olduğu, iki zıddın bir arada bulunamayacağı gibi bilgileri akıl yürüterek elde eder ve bu bilgiler kesindir.
Allah’ın dini akla hitap eder. Aklı olmayanın dini de olmaz, sorumlu da olmaz. Peygamberin getirdiği haberlerin doğru olduğu, kutsal kitapların Allah tarafından geldiği ve Allah’ın sözü olduğu yine akılla bilinir. Bu sebeple Kur’ân-ı Kerim insanı akla havale eder, akla hitap eder, akıllarını kullananları takdir eder. (Âl-i İmran, 3:190-194.) Allah akıllarını kullanmayanları da rezillik içinde bırakır. (Yunus, 10:100.)
Bu sebeple denilebilir ki Allah insana hem dünyayı hem de ahiret hayatını kazanması ve her iki hayata lazım olan şeyleri dengeli bir şekilde götürebilmesi için akıl vermiştir. Bunun için Allah cennetine ancak akıllı olanları alır; aklını kullanmayanları da cehenneme atar. Nitekim Mülk Suresinde zebanilerin cehennemliklere “Size peygamber gelmedi mi? Bu haberleri size vermedi mi?” diye sormalarına mukabil onların “Evet, haber verdi; ama biz akılsızlık ederek onları dinlemedik ve yalanladık. Şayet aklımızı kullanmış olsaydık buraya gelmezdik” (Mülk, 67:10.) diye pişmanlık duyacaklarını bize haber verir.