M. Ali KAYA
DUYGULARIMIZIN EĞİTİMİ
Güncelleme tarihi: 8 Mar 2022
M. ALİ KAYA

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Dünyaya dünyaya ait işler, kırılmaya mahkûm şişeler hükmündedir. Bâki umur-u uhreviye ise, gayet sağlam elmaslar kıymetindedir. İnsanın fıtratındaki şiddetli merak ve hararetli muhabbet ve dehşetli hırs ve inatlı talep ve hâkezâ şedit hissiyatlar, umur-u uhreviyeyi kazanmak için verilmiştir. O hissiyatı şiddetli bir surette fâni umur-u dünyeviyeye tevcih etmek, fâni ve kırılacak şişelere bâki elmas fiyatlarını vermek demektir. Şu münasebetle bir nokta hatıra gelmiş; söyleyeceğim. Şöyle ki:
Aşk, şiddetli bir muhabbettir. Fâni mahbuplara müteveccih olduğu vakit, ya o aşk kendi sahibini daimî bir azap ve elemde bırakır. Veyahut o mecazî mahbup, o şiddetli muhabbetin fiyatına değmediği için, bâki bir mahbubu arattırır; aşk-ı mecazî, aşk-ı hakikîye inkılâp eder.
İşte, insanda binlerle hissiyat var. Her birisinin, aşk gibi, iki mertebesi var: biri mecazî, biri hakikî. Meselâ, endişe-i istikbal hissi herkeste var. Şiddetli bir surette endişe ettiği vakit bakar ki, o endişe ettiği istikbale yetişmek için elinde senet yok. Hem rızık cihetinde bir taahhüt altında ve kısa olan bir istikbal, o şiddetli endişeye değmiyor. Ondan yüzünü çevirip, kabirden sonra hakikî ve uzun ve gafiller hakkında taahhüt altına alınmamış bir istikbale teveccüh eder.
Hem mala ve câha karşı şiddetli bir hırs gösterir. Bakar ki, muvakkaten onun nezaretine verilmiş o fâni mal ve âfetli şöhret ve tehlikeli ve riyaya medar olan câh, o şiddetli hırsa değmiyor. Ondan, hakikî câh olan merâtib-i mâneviyeye ve derecât-ı kurbiyeye ve zâd-ı âhirete ve hakikî mal olan a’mâl-i salihaya teveccüh eder. Fena haslet olan hırs-ı mecazî ise, âli bir haslet olan hırs-ı hakikîye inkılâp eder.
Hem meselâ, şiddetli bir inatla, ehemmiyetsiz, zâil, fâni umurlara karşı hissiyatını sarf eder. Bakar ki, bir dakika inada değmeyen bir ¸eye bir sene inat ediyor. Hem zararlı, zehirli bir ¸eye inat namına sebat eder. Bakar ki, bu kuvvetli his böyle şeyler için verilmemiş; onu onlara sarf etmek, hikmet ve hakikate münâfidir. O şiddetli inadı, o lüzumsuz umur-u zâileye vermeyip, âli ve bâki olan hakaik-i imaniyeye ve esâsât-ı İslâmiyeye ve hidemât-ı uhreviyeye sarf eder. O haslet-i rezile olan inad-ı mecazî, güzel ve âli bir haslet olan hakikî inada, yani hakta şiddetli sebata inkılâp eder.
İşte, şu üç misal gibi, insanlar, insana verilen cihazat-ı mâneviyeyi, eğer nefsin ve dünyanın hesabıyla istimal etse ve dünyada ebedî kalacak gibi gafilâne davransa, ahlâk-ı rezileye ve israfat ve abesiyete medar olur. Eğer hafiflerini dünya umuruna ve şiddetlilerini vezâif-i uhreviyeye ve mâneviyeye sarf etse, ahlâk-ı hamîdeye menşe, hikmet ve hakikate muvafık olarak saadet-i dâreyne medar olur. İşte, tahmin ederim ki, nâsihlerin nasihatleri şu zamanda tesirsiz kaldığının bir sebebi şudur ki: Ahlâksız insanlara derler, “Haset etme, hırs gösterme, adâvet etme, inat etme, dünyayı sevme.” Yani, “Fıtratını değiştir” gibi, zâhiren onlarca mâlâyutak bir teklifte bulunurlar. Eğer deseler ki, “Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecrâlarını değiştiriniz” hem nasihat tesir eder hem daire-i ihtiyarlarında bir emr-i teklif olur.” (Mektubat, 9. Mektup, s.37.)
İnsan ebed için yaratılmıştır. Zira insanın duyguları bu fani ve zail dünyaya sığmaz ve dünya verilse o duyguları tatmin etmez. O zaman bu duygulara sahip olan insanın bu dünya için yaratılmadığı anlaşılır. Nasıl ki bir havuzda yüzmeye çalışan; ama yüzemeyen, sırtı açıkta kalan bir balinayı gören her insan “Bu balık bu havuzun balığı değil, okyanusların balığıdır” der. İnsanın da duyguları bu dünyaya sığmadığı için anlaşılır ki insan ebedi cennet için yaratılmıştır; ancak bu dünyadaki hayat, sıkıntılar ve zorluklar insanın kabiliyetlerini geliştirerek cennetten istifade edecek seviyeye yükselmesi için eğitilmesi gereken bir okul veya bir kışladır. Nasıl ki anne karnında bu dünyaya uyum sağlamamız için bir beden inşa edilmekte ve bunun için dokuz ay on gün anne karnında yaşamaktayız; sonra dünyaya doğmaktayız. Aynı şekilde dünya da bir beşik ve bir anne karnı gibi bizi ahirete ve cennete hazırlamaktadır. Sonra kabir geçidinden geçerek ebedi aleme uyum sağlayacak şekilde bir beden ile yeniden diriltileceğiz.
İnsan bu dünyada kendisine verilen bu duyguları ahiret amacına göre çalıştırsa hem dünyasını hem ahiretini kazanacağı gibi huzurlu ve mutlu bir hayat yaşar. Bu durumda duygularımızın da eğitime ihtiyacı vardır.