top of page
  • Yazarın fotoğrafıM. Ali KAYA

EHL-İ BİD'A VE DALALET

M. ALİ KAYA

Bugün dininizi tamamladım” (Maide, 5:3.) ayetine göre din tamamlanmış ve peygamberimiz (asm) vefat ettikten sonra dinde olmayan bir inanç ve ibadeti dinde varmış gibi iddia etmek bid’attır. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Kavaid-i Şeriat-ı Garrâ ve desâtir-i Sünnet-i Seniyye tamam ve kemâlini bulduktan sonra, yeni icadlarla o düsturları beğenmemek veyahut -hâşâ ve kellâ- nâkıs görmek hissini veren bid’aları icad etmek dalâlettir, ateştir.” (Lem’alar, s.107.) demiştir.

Peygamberimiz (asm) “Her bid’at dalâlettir ve her dalâlet Cehennem ateşindedir.” (Müslim, Cum’a, 43; Ebû Dâvud, Sünnet, 5; Nesâî, Î’deyn, 22; İbn-i Mâce, Mukaddime, 6, 7; Dârimî, Mukaddime, 16, 23; Müsned, 3:310, 371, 4:126, 127.) buyurmuşlardır.


Bediüzzaman Said Nursi hazretleri Peygamberimizin (asm) sünnetinin her şeye kifayet edeceğini ifade eder. Şöyle der: “Sünnet-i Seniyyenin merâtibi var. Bir kısmı vâciptir, terk edilmez. O kısım, Şeriat-ı Garrâda tafsilâtıyla beyan edilmiş. Onlar muhkemattır, hiçbir cihette tebeddül etmez. Bir kısmı da nevâfil nev’indendir. Nevâfil kısmı da iki kısımdır. Bir kısmı, ibadete tâbi Sünnet-i Seniyye kısımlarıdır. Onlar dahi şeriat kitaplarında beyan edilmiş; onların tağyiri bid’attır. Diğer kısmı, “âdâb” tabir ediliyor ki, Siyer-i Seniyye kitaplarında zikredilmiş. Onlara muhalefete bid’a denilmez; fakat âdâb-ı Nebevîye bir nevi muhalefettir ve onların nurundan ve o hakikî edepten istifade etmemektir. Bu kısım ise, örf ve âdât, muamelât-ı fıtriyede Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın tevatürle malûm olan harekâtına ittibâ etmektir. Meselâ, söylemek âdâbını gösteren ve yemek ve içmek ve yatmak gibi hâlâtın âdâbının düsturlarını beyan eden ve muaşerete taallûk eden çok sünnet-i seniyyeler var. Bu nevi sünnetlere “âdâb” tabir edilir. Fakat o âdâba ittibâ eden, âdâtını ibadete çevirir. O âdâbdan mühim bir feyiz alır. En küçük bir âdâbın mürââtı, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı tahattur ettiriyor, kalbe bir nur veriyor.


Sünnet-i Seniyyenin içinde en mühimi, İslâmiyet alâmetleri olan ve şeâire de taallûk eden sünnetlerdir. Şeâir, adeta hukuk-u umumiye nev’inden, cemiyete ait bir ubudiyettir. Birisinin yapmasıyla o cemiyet umumen istifade ettiği gibi, onun terkiyle de umum cemaat mes’ul olur. Bu nevi şeâire riyâ giremez ve ilân edilir. Nafile nev’inden de olsa, şahsî farzlardan daha ehemmiyetlidir.” (Lem’alar, 11. Lem’a, s.107-108.)


Bu izaha göre ibadete taalluk etmeyen adetlere bid’a denilmemektedir. Meselâ, yemekte kaşık kullanmak, ayrı kaplardan yemek gibi hususlar, kılık ve kıyafetle ilgili meseleler ve hayatı kolaylaştıran teknik ve teknolojik gelişmelere bid’a denemez. Zira bunların dini değiştiren ve ibadet nevinden olan ve şeâir-i İslam’a taalluk eden bir yönü yoktur. Ama, dinin şeâirinden sayılan ezan, minare, selam, sarık, tesbih gibi hususları değiştirmek yerine başkasını koymak bidattır.


Dinde olmayan bir şeyi dine sokan, peygamberimizin (asm) şeair ve ibadet neviden olan sünnetlerini kaldırıp yerine başka şeyler ikame etmek bid’attır. Ehl-i Sünnet ehl-i bid’aya karşı buğzeder. Onlarla arkadaş olmaz ve onların sözlerini dinlemez. Onlarla tartışmaya da girmezler, ancak onların yanlışlarını göstererek peygamberimizin (asm) sünnetini korurlar. Nitekim Peygamberimiz (asm) “Her peygamberin sünnetini alan, emrine uyan bir kısım havarileri ve ashabı vardır. Daha sonra emrolunanı yapmayan, yapmadıkları ile övünen, emrolunmayan şeyleri yapan insanlar ortaya çıkar. Bunlarla eliyle cihad eden mümindir, diliyle cihad eden mümindir. Bunun ötesinde hardal tanesi kadar iman bulunmaz.” (Müslim, İman, 80.)


Heva ve hevesten kaynaklanan ve sünnet-i seniyyeye aykırı olan, sünneti kaldırıp yerine konan adetlere bid’a denildiği bütün ulemanın ittifak ettiği bir husustur. Sünnet hidayete, bid’at ise insanı dalalete götürür. Mücedditler bid’a ve dalalet fikir ve fiillerle mücadele etmişler ve sünnet-i seniyyeyi ihya etmişlerdir. Dinde tecdit demek, dinin aslına Kur’an’a ve Sünnete dönmek ve Asr-ı Saadeti örnek almaktır. Peygamberimiz (asm) “Her kim dinde bizim sünnetimize uymayan bir amel işlerse o merduttur, Allah katında reddolunur” (Buhârî, Sulh, 5; Müslim, Akdiye, 17,18; İbni Mâce, Mukaddime, 2.) buyurdular. Bir ibadetin Allah katında makbul olması için imandan sonra, ibadet niyeti, ihlas ve sünnete uygun olması gerekir.


Bid’atlar hükümleri itibarıyla farklılık arzederler. Kimisi küfür, kimisi de fısktır. Cahil ve tevilci birisi insanları inanç ve ibadet konusunda neye davet ettiğini bilmemektedir. Allah’ın farzı olan başörtüsünü ve helal kazancı kaldırıp yerine açık-saçıklığı ve faizi savunan kimse insanları açıktan dalalete davet ediyor demektir. Vahiy dili dışında başka lisanla ezanı ve Kur’an-ı Kerimi okumayı iddia edenin durumu da budur. Açıktan bid’a ve dalalete davet eden ve bunu iddia eden elbette bilmeden, cehaletle uyan kimse gibi olmaz. Açıktan bid’ayı dava edinip insanları ona çağıran kimseye cevap verilir, onun gıybeti caizdir, halkı da ondan sakındırmak vaciptir. Çünkü o kimse bilerek dini tahrip etmekte ve insanları dalalete davet etmektedir. Bunlara zahire göre hüküm verilir, kalbindekini ise Allah’a havale edilir.


Ehl-i Bid’anın Alametleri

1. Müslümanların inançlarını bozmaya çalışması,

2. Müslümanlar arasında ayrılık tohumları ekmek ve birbirine düşürmek,

3. Heva ve hevesine ve nefsin arzularına göre dinin hükümlerini yorumlamak,

4. Dinde münakaşaya, mücadeleye kapı açmak ve aşırıya gitmek,

5. “Kur’an var, sünnete ne gerek var” “Ben Kur’an’a uyarım” demek,

6. İbadette sınırı aşmak ve aşırılığa gitmek, müsamaha göstermemek,

7. Şahıslara tazimde çok ileri gitmek ve “O bilir biz bilemeyiz!” demek,

8. Küffara benzemeye çalışmak, onların adetlerini dine sokmak,

9. Hadislere ve Ehl-i Sünnet ulemasına dil uzatmak,

10. Kendisine muhalefet edene delilsiz “Kafir” veya “Münafık” demek,

11. Ehl-i hakka karşı sultandan, devletten yardım alarak devleti aleyhine kışkırtmak,

12. Dinde aşırıya giderek, kendilerine muhalefet edenleri küfürle itham etmektir.


Bid’a ve dalaletin sebepleri heva ve hevese uymak ve dini siyasete alet etmektir. Ehl-i Bid’a fırkaları yukarıda vasıfları sayılan Rafiziler, Mutezile, Kaderiye, Hariciler ve Mürciedir. Bunlar daha sonra Peygamberimizin (asm) haber verdiği gibi yetmiş iki fırkaya ayrılmışlardır. Nitekim Peygamberimiz (asm) “Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, bunların içinden bir fırkası ehl-i necat olacaktır” buyurmuş. Ashab sormuşlar: “Yâ Resûlâllah, o kurtulan fırka hangi fırka olacaktır?” Şöyle cevap vermiş: “Benim sünnetimden şaşmayanlar kurtulanlardan olacaktır! Yâni Ehl-i sünnet ve cemaat mensuplarıdır.” (Tirmizi, İman, 18; İbnu Mace, Fiten, 17.)


Hz. Ömer (ra) “Kur’ân’ın müteşabihatı konusunda sizinle tartışacak kimseler olacaktır. Onları sünnetle susturun. Zira sünnete uyanlar Allah’ın kitabını en iyi bilenlerdir” buyurur. Abullah b. Abbas (ra) “Ehl-i heva ile oturup kalkmayınız, çünkü onlarla oturmak kalplerinizi hasta eder” demiştir.


İmam Abdullah el-Mübarek şöyle dua ederdi: “Allahım! Ehl-i bid’anın bana bir iyilik yapmalarına fırsat verme ki kalbim onlara sevgi beslemesin.” Süfyan-ı Servi (ra) “Her kim bile bile ehl-i bid’anın fikrine kulak verirse Allah’ın himayesi üzerlerinden kalkar ve onu kendi haline terk eder.” İman Evzâî, “Ehl-i bid’a ile tartışmayın, onlar sizin kalbinize şüphe sokar” demiştir.


İmam-ı Şafii (ra) kelâmî meselelerde münakaşa eden bir gruba “Ya hayırda bize yardımcı olursunuz veya kalkar gidersiniz!” diye onlara sert davranmış ve onları azarlamıştır. Ahmed b. Hanbel (ra) da “Ehl-i bid’adan yardım istemeyin ve onlarla istişare etmeyin!” demiştir.


16 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page