M. Ali KAYA
EVLİYANIN KERAMETİ
M. ALİ KAYA

Yüce Allah peygamberlerini mucizelerle teyid etmiştir. Evliyanın kerameti de peygamberin (as) mucizesi sayılır. Zira o keramet peygambere intisabın sonucudur. Sadık rüyalar da nübüvvetin kırk altı cüz’ünden birisidir. (Buharî, Ta'bir ,26; Müslim, Rüya, 8; Tirmizî, Rüya, 1; Ebu Dâvud, Edeb, 96.) “Mübeşşirat” olarak peygamberimize (asm) müjdelenmiştir. Doğruluktan ayrılmayan kimsenin gördüğü rüyalar da doğrudur. (Müslim, Rüya, 6.)
Hz. İbrahim’in (as) Hz. İsmail’i (as) kurban etmesi rüya sonucudur. “İbrahim oğluna dedi ki: “Oğulcuğum, rüyamda seni kurban ederken gördüm. Buna ne dersin?” Oğlu “Sana emredileni yap, baba,” dedi. “İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın.” (Saffat, 37:102.)
Salih insanlara Allah’ın bir ikramı ve ferasetin sonucu olan harika hallere de “Keramet” denir ve buna inanılır. Hz. Ömer (ra) minberde kumandanı Sariye’ye “Ya Sariye! Cebel, cebel…” diye Medine’de minberden kumanda etmesi keramet olarak rivayet edilmiştir.
Keramet aklen mümkündür ve hakikatte vakidir. Ancak bu olağan dışı halin keramet sayılması için “Dinin temel naslarına aykırı olmaması, kavi bir iman ve doğru bir rehberin sonucu olması ve ihtiyaç anında olması” gerekir. Aksi taktirde ya vehimden veya şeytanın aldatması olabilir.
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Haberiniz olsun; Allah'ın velileri, onlar için korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır. Onlar iman etmiş ve Allah’a karşı gelmekten sakınmış olanlardır. Dünya hayatında da, ahirette de onlar için müjde vardır. Allah’ın sözlerinde hiçbir değişme yoktur. İşte bu büyük bir fevz-i azimdir” (Yunus, 10:62-64.) buyurmaktadır. Buradaki müjdeyi salih rüya olarak yorumlayanlar vardır.
Peygamberimiz (asm) “Yüce Allah buyurdu ki ‘Her kim ihlâs ile bana kulluk eden bir dostuma düşmanlık ederse, ben de ona karşı harb ilân ederim. Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden, bence daha sevimli herhangi bir şeyle bana yakınlık kazanamaz. Kulum bana farzlara ilâveten işlediği nâfile ibadetlerle durmadan yaklaşır, nihayet ben onu severim. Kulumu sevince de ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden her ne isterse, onu mutlaka veririm; bana sığınırsa, onu korurum” (Buhârî, Rikak, 38.) dediğini bize haber vermiştir.
Keramet sahibinin ehl-i takva ve züht sahibi olması gerekir. İtaat ve takva sahibi olması lazımdır. Nitekim yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Allah’ın velileri ancak takvâ sahiplerinden başkaları değildir” (Enfal, 8:34.) buyurur.
Allah’a asi olan, isyan ve tuğyanda ileri giden insanlarda da harika haller zuhur edebilir. Dünyada muvaffak olurlar. Onların yaptıkları bu iş aklı şaşırtma, sihir, göz boyamadan ibarettir. Bu duruma “İstidrac” adı verilir. (Yunus, 10:80; Âraf, 7:116; Bakara, 2:102.) Yüce Allah dünyada imtihan gereği yapmıştır. Ancak bütün bunlar Allah’ın izni olmadan olmaz. Allah’ın izni olmadan hiçbir kimse birine fayda ve zarar veremez.” (Bakara, 2:102.) şeytanlar insanlara vesvese verirler ve onlara bazı şeyleri telkin ederler. Bu da imtihanın bir gereğidir. Kur’ân-ı Kerim “Şeytanlar dostlarına, sizinle tartışmalarını telkin ederler. Onlara itaat ederseniz siz de müşrik olursunuz” (En’am, 6:121.) buyurarak bizleri ikaz eder.
Yüce Allah Babil’e “Harut ve Marut” isminde iki meleği insan suretinde indirerek insanlara sihir öğretmelerini istemiştir. İnsanlar da onlardan karı ile kocanın arasını ayıracak şeyleri öğreniyorlardı. O melekler ise “Biz sizi imtihan için gönderildik, sakın sihir ile inkara sapmayın!” diye onları ikaz ediyordu. (Bakara, 2:102.) Yahudilerden bir kısmı Hz. Süleyman’a (as) cinlerin ve hayvanların itaatini “mucize” olarak değil, “sihir” olduğunu iddia ediyorlardı. Allah’a itaat ve ibadetle olduğunu kabul etmiyorlardı. Halbuki Allah dilemedikçe hiçbir şey olmaz.
Allah dilediği kuluna cinleri ve şeytanları musallat eder. Nitekim şeytanı huzurundan kovarken buyurdu: “Onlardan gücünün yettiğini vesvesenle yoldan çıkar. Süvarilerinle, piyadelerinle onların üzerine yürü. Mallarına, evlâtlarına ortak ol. Onlara vaatlerde bulun. Ama Şeytanın onlara vaad edeceği, bir aldatmadan başka bir şey değildir.” (İsra, 17:64.)