M. Ali KAYA
FIKH-I EKBER
M. ALİ KAYA

Fıkh-ı Ekber İman İlmidir.
Fıkıh, kişinin lehinde ve aleyhinde olan şeyleri bilmesidir. Yani, hukukunu bilmesi ve savunması, haklarını bilerek bunlara sahip çıkmasıdır. Fıkhın en önemlisi ve en değerlisi insana dünya ve ahiret saadetini sağlayan Allah’ın insanı yaratılış amacını gerçekleştiren iman hakikatlerini bilmesi ve öğrenmesidir. Bu sebeple İmam-ı Azam itikada dair yazdığı risalesine “Fıkh-ı Ekber” demiştir.
İlimlerin şahı ve padişahı iman ilmidir. Bu ilme “İlm-i Tevhid” de denir. Bütün diğer ilimler ve hakikatler bu ilim üzerine bina edilir. Tevhide iman, iman ve islam hakikatlerinin kaynağı ve membaıdır. Din demek iman demektir; iman ise tevhide imandır. Tevhidden sapmanın her çeşidine “Şirk” denir. Allah imanı emretmiş ve şirki yasaklamıştır. Kur’an-ı Kerimde “Allah şirki asla affetmez, şirk dışındaki tüm günahları affeder. Kim Allah'a şirk koşarsa elbette o uzak bir sapıklıkla sapmıştır” (Nisa, 4:116.) buyurmuştur.
Bu sebeple iman hakikatlerini ve şirkin sebeplerini bilmek insanın en önemli meselesidir. “Sevad-ı Azam, Cemaat, Millet-i İbrahim, İstikamet, Sırat-ı Müstakim ve Ümmet” “Tevhid” hakikati üzerinde olanlar, hak üzere bulunanlardır. Tevhidden sapan ve haksızlıkta ittifak eden bütün insanlar bir cemaat ve ümmet teşkil etmez ve sevad-ı azam olmazlar. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Şüphe yok ki İbrahim, tek başına bir ümmetti, Allah'a itaat ederdi daima, doğruydu ve müşriklerden değildi” (Nahl, 16:120.) buyurarak bu gerçeği ifade eder. Buna göre ancak hak yolda olan, tevhid ve hanif üzre olan bir kişi dağ başında da olsa bir cemaat ve ümmet sayılır.
Hz. İbrahim (asm) tek başına bir ümmet ve cemaat olduğu gibi, Peygamberimiz (asm) de Mekke’de tek başına bir ümmetti. Aynı şekilde Bediüzzaman Said Nursi hazretleri de Barla’da Çam dağında tek başına cemaat ve şahs-ı maneviyi temsil ediyordu. Zira hak ve hakikati o dile getiriyordu. Ehl-i hakikat “Bütün alemi bir insanda toplamak Allah’a zor değildir” demişlerdir. Bu nadir fertlerden birisi de Bediüzzaman’dır (ra) ve kendi zamanında tek başına bir cemaatti. Ve zamanla yüce Allah hak ve hakikati savunan insanları onun etrafına toplamıştır.
Hak bir davanın tasdikinde bir ispat edici binler ve milyonlar nefyeden ve kabul etmeyenlere tercih edilir. Bütün insanlar hilali görmedik diye inkâr etseler, bir kişi “İşte hilal göktedir” diye parmağı ile işaret etse ve gösterse bütün inkarcıların inkarının hiçbir değeri olmaz. İşte tevhidi, hak ve hakikati müdafaa eden bir kişi şirke ve dalalete düşen ve haksızlıkta ittifak eden milyonlara müreccahtır.
Abdullah b. Abbas (ra) “Kur’an-ı Kerimi okuyup onun ile amel eden kimsenin dünyada ve ahirette şekavete uğramayacağının delilini “Allah’tan gelen hidayete uyan sapmaz ve bedbaht olmaz” (Taha, 20:123.) ayeti delildir” demiştir. İlmi ve itikadı Kur’an ve Sünnette aramak gerekir.
"Kur’an dışındaki tüm ilimler boş meşguliyettir.
Ancak gerçek ilim dinde hadis ve fıkıh ilmidir.
İlim dediğin “Peygamberim buyurdu” denilendir.
Bunun dışındaki her şey şeytanın vesvesesidir."
Yaratılışın amacı iman etmek ve yaratıcıya itaat ederek yaratılış amacına uygun amel etmektir. Yüce Allah “Ben cinleri ve insanları bana iman edip itaat etsinler için yarattım” (Zariyat, 51:56.) buyurmuştur.
Aklî ve fenni ilimler ancak iman ile ilim vasfını kazanır. İmandan mahrum olan ve imana dayanmayan bilgiler şeytanın vesvesesinden ibarettir. Ahir zamanda ilim kalkar” hadisinden murat insanlar imandan uzaklaşacak ve aklî ve fenni ilimleri dinsizliğe alet eder demektir. Zira ilim hak ve hakikate uygun olandır. Hakikati inkâr eden ve hakka istinat etmeyen bilgiler ancak cehalet üretir. Zira cehalet bilmemek değil, yanlış bilmektir. Yanlış bilgiler malumat olur ama ilim olmaz.
İlim insanı imana götürür. İtikatta sapmalar nefsin heva ve hevesinden, aklın cerbeze ve safsatasından kaynaklanır. Dinin amacı ise, nefsin heva ve hevesini kırarak terbiye etmek ve aklın amacı hak ve hakikati idrak etmektir. Din nefsi terbiye eder ve ruhu maaliyata sevk ederek terakki ve tekâmül ettirir. Dünya ve ahiretin saadeti din ve aklın birlikte hareket etmesi, aklın fen ilimleri ile kalbin de din ilimleri ile aydınlanması ile hak ve hüdaya sevk etmesidir.
İmam Malik (ra) “Ehl-i bid’a olan ehl-i heva ve hevesin şehadeti merduttur” (Aliyyu’l-Kari, Şerh-u Fıkhı Ekber, 1997-Beyrut, s.28.) demiştir. İnsanı Allah’a, hak ve hakikate götüren yolların en genişi, en müstakimi ve en kısası Kur’an yoludur. Sırat-ı Müstakim ve Cadde-i Kübra odur. Bu zamanda bunu en güzel şekilde tefsir eden, gösteren ve Cadde-i Kübrayı açan ise Bediüzzaman Said Nursi ve Risale-i Nur Külliyatıdır.
Risale-i Nur her yerde tevhidin hakikatini ortaya çıkarıp ispat eder ve her yerde Tevhidi ispat eder. Ebu’l-Atahiye’nin şu beytlerinin ispatını Risale-i Nur yapmıştır:
“Fevâ aceben keyfe yu’sî illâ lehu / Em keyfe yechadu’l-câhid.
Vallahu fi külli tahriketin / Ve teskinetin ebeden şahid.
Ve fî külli şey’in ayetün / Tedüllü alâ ennehu vâhid.
Allah’a iman umumidir; İslam “Tevhid” dinidir ve tevhidi ispat eder. Kur’an-ı Azimüşşan tevhidin bütün envanı izah ve ispat ederek şirk ve küfrün her nevini iptal etmiştir. “Tevhid-i Uluhiyet” “Tevhid-i Rububiyet” “Tevhid-i Esma ve Sıfat” gibi tevhidin bütün nevilerinin izahı Risale-i Nurlarda mevcuttur.
Dua:
“Allahümme innî eûzu bike min en üşrike bike şey’en ve ene a’lemu bihî ve estağfiruke limâ lâ a’lemu bihi ve Ente allamu’l-guyûb. Ve la havle vela kuvvete illâ billahi’l-aliyyi’l-Azim.”