top of page
  • Yazarın fotoğrafıM. Ali KAYA

GÜÇLÜ OLMAK

M. ALİ KAYA

Peygamberimiz (asm) “Güçlü mümin zayıf müminden hayırlıdır” (Müslim, Kader, 34; İbn-i Mace, Mukaddime, 10; Zühd, 14.) buyurmuşlardır. İnanan ve inancını temsil eden bir insan hangi durumda olursa olsun güçlü olmak durumundadır. Bu güç sadece maddi ve bedensel, malî ve servet, makam ve mansıp gücü değil, bunların yanında iman gücü, irade gücü, sabır gücü, ısrar gücü, moral gücü ve çalışma azmi gibi manevi güçlerdir.


Peygamberimiz (asm) “Veren el alan elden üstündür” (Buhari, Zekât, 18.) buyurmuşlardır. Vermek için güçlü olmak gerekir. Malı olmayan, makamı olmayan ve kendisinde olmayan nasıl başkasına verecektir? Vermek güçlü olmayı gerektirir. Kişinin şahsiyetini ve izzetini koruması için çalışması, gayret etmesi ve güçlü olması gerekir. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “İzzet ise gayret ister” ifadeleri ile bunu özetlemiştir.


Peygamberimiz (asm) “Allah acizliği ve tembelliği sevmez. İnsana yakışan akıllı, tedbirli olmak ve hukukunu en iyi şekilde müdafaa etmektir. Şayet bütün bu durumda haksızlığa ve zulme maruz kalırsa ‘Allah bana yeter!’ diye Allah’a güvenerek sabretmesi ve daha fazla gayret içine girmesi gerekir. Aksi taktirde kişinin ‘Allah bana yeter! Ben Allah’a güveniyorum!’ demesi yalan olur” (Ebu Davud, Akdiye, 28.) buyurmuşlardır.


Sabır, ihlas ve tevekkül, gayreti, çalışmayı, aklını ve imkanlarını sonuna kadar kullanmayı gerektirir. Allah’ın yardımı ancak bütün imkanlarını sonuna kadar kullanana gelir. Nitekim peygamberler bu konuda en güzel örnektir. Önce kendi üzerlerine düşen vazifeleri en güzel şekilde yapmışlar ve sonuna kadar direnmişler, ondan sonra Allah’ın yardımı ve mucizesi kendilerine gelmiştir.


Peygamberimiz (asm) “Tevekkül, çalışma, gayret ve tedbirden sonradır. Önce deveni bağla sonra Allah’a tevekkül et!” (Tirmizi, Sıfatu’l-Kıyame, 60.) buyurmuşlardır. Ayrıca “Tedbir gibi akıl yoktur!” (İbn-i Mace, Zühd, 24.) buyurarak önce aklını kullanmayı sonra Allah’tan yardım istemeyi tavsiye etmişlerdir.


Peygamberimizin (asm) bu konudaki diğer tavsiyeleri şöyledir: “Bir şeyi yapacağın zaman önce sonucunu çok iyi hesapla, düşün sonra teşebbüs et!” (Feyzu’l-Kadir, 1:270.) Aksi taktirde bütün çabalarınız boşa gider. “Mümin akıllı, ileriyi gören, uyanık ve geleceğe hazırlanan kişidir.” (F. Kadir, 6:256.) “İşini düzgün, sağlam ve güzel yapmak Allah’ın sevdiği bir davranış biçimidir.” (F. Kadir, 2:286.) Bütün bu tavsiyelere uyan elbette akıllıca davranmış ve başarılı olmuş olur.


Peygamberimiz (asm) müminlerin sosyal hayata aktif katılımını istemiştir. Eski ümmetlerde olduğu gibi inzivaya çekilip toplumdan uzak yaşamayı yasaklamış ve “İslam’da ruhbaniyet yoktur” (Nesai, Nikah, 4.) buyurmuşlardır.


Peygamberimiz (asm) getirdiği din ve dinin temel prensibi olan “Uhuvvet” ve “Muhabbetin” toplumda hâkim olmasını sağlamıştır. Yüce Allah “İnananlar kardeştir” (Hucurat, 49:10.) buyurarak kardeş olmayı emreder. Müslüman olmayanlarla da “Barış ve esenlik” içinde yaşamayı emreder. Bu sebeple Hz. Ali (ra) “Müslümanlar dinde kardeş, Müslüman olmayanlar ise insanlıkta eşittir” buyurarak “Temel İnsan Hakları” bağlamında tüm insanların eşit haklara sahip olduğunu vurgulamış ve hilafeti döneminde uygulamıştır. Allah’a inanan ve Allah’tan korkan her insan toplumda ülfet, sevgi ve muhabbetin yaygınlaşmasına, düşmanlıkların ortadan kaldırılmasına çalışması aslî görevlerindendir.


Peygamberimiz (asm) “Ülfet eden ve kendisi ile ülfet edilen kimseler olun. Topluma girmeyen, ülfet etmeyen, kendisi ile ülfet edilmeyen insanda hayır yoktur. Tevazu ile insanların arasına karışan, onlara yardımcı olan, kaba ve ahlaksız insanların ezalarına sabreden mümin hayırlı bir insandır” (İbn-i Mâce, Fiten, 13; Tirmizi, Kıyame, 55, Camiu’s-Sağir, 2:170.) buyurmuşlardır.

Toplumdan uzaklaşmak ve uzlete çekilmek doğru değildir. İslam’da toplumdan ayrı yaşamak yoktur. Dini vazifelerin ve sorumlulukların pek çoğu toplum içinde yapılması ve uyulması gereken kurallardır. Temel haklardan “Kul Hakkı” “Anne-Baba ve Akraba Hakkı” “Komşu Hakkı” “Vatan Sevgisi ve Topluma Hizmet” yani, “Kamu Hizmeti” gibi haklar ve sorumluluklar dini birer vazife ve ibadettir. Cemaat, Cuma, Sadaka, Zekât, Hac ve Kurban” gibi dini emirler, “Evlilik” “Ticaret” “Cihad” ve “Hukuk” gibi insani ve dini vazifeler toplumu ilgilendiren dini ve insanî vazifelerdir. Peygamberimiz (asm) “Allah için cihad edilerek kazanılan bir makam ve helal mal evinde kıldığın yetmiş yıllık nafile ibadetten daha hayırlı ve Allah katında daha faziletlidir” (Tirmizi, Fezail-i Cihad, 17.) buyurmuşlardır.


İnsan gücünü bu gibi vazifelere talip olmak, başarı ile yapmak ve insanlara faydalı olmakla kazanır. Güçlü insan denildiği zaman bu vazifeleri hakkıyla yapan yardımsever ve cömert insan demektir. Peygamberimiz (asm) “İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olandır.” (Keşfu’l-Hafa, 1:393.) ve “Müslümanların derdini dert edinmeyen onlardan sayılmaz” (Feyzu’l-Kadir, 6:67.) buyurmuşlardır.


Hz. Ali’ye (ra) “Şecaat mi daha üstün, daha efdaldir; yoksa cömertlik mi?” diye sorulunca Hz. Ali (ra) “Cömert zaten şecaatli, güçlü ve kahramandır. Bu sebeple cömerdin ayrıca şecaate ihtiyacı yoktur” demiştir. Cömertlik başka insanlara ve topluma malı ve hayatı ile faydalı olan insan demektir.


Evet, insanın güçlü olması bu güçlü yanlarının bulunmasına bağlıdır.

6 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page