M. Ali KAYA
GIYBET NEDİR NE DEĞİLDİR?
Güncelleme tarihi: 20 Mar 2021

M. ALİ KAYA
Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Uhuvvet Risalesi”nde gıybet konusunda bize ders verir. Şöyle buyurur:
“Gıybet odur ki, gıybet edilen adam hazır olsaydı ve işitseydi, kerahet edip darılacaktı. Eğer doğru dese, zaten gıybettir. Eğer yalan dese, hem gıybet, hem iftiradır; iki katlı çirkin bir günahtır.”
Buradan anlaşılacak olan husus gıybetin kişinin şahsını tahkir ve tezyif amacı ile şahsî hata ve kusurlarını yayarak o kişinin şahsiyetini rencide etmek, akrabalar, arkadaşlar ve toplum içinde itibarını zedelemek, itibarsız hale getirmek için kötülemektir. Gıybet, birisinin aleyhinde konuşmak demektir. Kişi konuştuğumuz şeyi duyduğunda, şayet küsüp darılıyorsa, o konuştuğumuz şey kesinlikle gıybettir ve caiz değildir.
Nitekim Peygamberimiz (asm) “Eğer söylediğin şeyler kardeşinde varsa, onun gıybetini yapmış, yoksa iftira etmiş olursun” buyurdular.
**
Kişiyi kötülemek ve itibarını zedelemek amacı ile değil de onu ikaz etmek, yanlıştan korumak, iyiye yöneltmek amacı ile kusurunu samimi şekilde söylemek gıybet değildir. Nitekim Bediüzzaman bu hususu şöyle açıklar:
“Gıybet, mahsus birkaç maddede caiz olabilir:
Birisi: Şekvâ suretinde bir vazifedar adama der, tâ yardım edip o münkeri, o kabahati ondan izale etsin ve hakkını ondan alsın.
Birisi de: Bir adam onunla teşrik-i mesai etmek ister, seninle meşveret eder. Sen de, sırf maslahat için, garazsız olarak, meşveretin hakkını edâ etmek için desen: "Onunla teşrik-i mesai etme. Çünkü zarar göreceksin."
Birisi de: Maksadı tahkir ve teşhir değil, belki maksadı tarif ve tanıttırmak için dese: "O topal ve serseri adam filân yere gitti."
Birisi de: O gıybet edilen adam fâsık-ı mütecahirdir. Yani fenalıktan sıkılmıyor, belki işlediği seyyiatla iftihar ediyor, zulmüyle telezzüz ediyor, sıkılmayarak âşikâre bir surette işliyor.
İşte bu mahsus maddelerde, garazsız ve sırf hak ve maslahat için gıybet caiz olabilir.” (Mektubat, 2005, Uhuvvet Risalesi, s.464-467.)
**
Bu durumda;
1. Kusur sahibini o kusurdan kurtarmak için arkadaşına veya amirine hatasını söylemek gıybet değildir.
2. Meşverette bir görev ve vazife verileceği zaman “Bu arkadaş bu göreve ehil değildir. Bunu yapamaz. Onun şöyle noksanları ve hataları var” demek gıybet değildir. Zira meşveretin amacı işi konuşmaktır; kişiyi konuşmak değildir. Ancak “işi ehline vermek” Allah’ın emridir. Yüce Allah “Ey iman edenler! Emaneti ehline verin!” (Nisa Suresi, 4:58.) ferman eder. Emanet, ise yönetim görevidir, hizmet işidir, müessese ve kurumdaki mallar ve yapılacak işlerdir. Bunları ehil ellere vermek Allah’ın emri, yani farzdır. İş ehline verilmez zarar ve zayiat olursa o kişiyi o işin başına getiren sorumlu olur.
Nitekim Peygamberimiz (asm) “İş, ehli olmayan kişilere verilince kıyameti bekleyin” (Buhârî, İlim, 2.) buyurmuşlardır. Yani, o işin kıyameti kopmuş olur demektir.
3. Tarif amacı ile onun tanınmış hoş olmayan özelliğini ve vasıflarını söylemek de gıybet sayılmaz. Burda amaç tarif etmek ve tanıtmaktır.
4. Büyük günahları açıktan işleyerek ona insanları teşvik eden ve bununla övünen insanları gıybeti olmaz. Zira İmam-ı Azam gibi büyük İslam alimleri “Bid’a ve dalalet ehlini teşhir edin ki insanlar ona aldanmasınlar” demişlerdir. “Kebair” denen büyük günahlardan birisi de “Dine zarar veren bid’alardır.” (Barla Lahikası, 2006, s.534.)
Dine zarar veren bid’alar ise Komüniz, Kemalizm, Siyonizm, Irkçılık, gibi ideolojik ve siyasi akımlar, dini siyasete alet etmek, dini menfaat aracı yapmak, dini iddeoloji olarak görüp din üzerinden siyaset yapmak, Şia, Mutezile, Işıd, Selefilik ve benzeri dine zarar veren bid’alar, Risale-i Nur’a, İman hizmetine ve Bediüzzaman’a tenkit edip iftira atarak “İman ve Kur’an Hizmetine” zarar vermektir.
Bediüzzaman “İhtiyar Hoca” diye Risale-i Nur aleyhinde konuşan hocanın ismin vererek mektup yazıp Nur Talebelerini ikaz etmiştir. Eşref Edip ve Doğu gibi “dine hizmet edenleri” dahi “Siyasi olarak onlardan ayrı düşünüyoruz” diye teşhir etmiştir. Bunlar kesinlikle gıybet değildir.
Yani, ideolojik, felsefi ve siyasi fikir ve düşünceleri yayanları isim vererek tenkit etmek ve insanları onlardan sakındırmak gıybet olmadığı gibi insânî, dini ve İslâmî bir vazifedir. “Emr-i maruf ve Nehy-i Ani’l-Münker” görevini yapmaktır. Gıybet olur diye bunları konuşmamak ve yanlış yollara sevk edenlerin isimlerini vermemek bu millete ve İslamiyete ve Risale-i Nurlara ihanettir.