top of page
  • Yazarın fotoğrafıM. Ali KAYA

HER ŞEY ALLAH'I NASIL TESBİH EDER?

Güncelleme tarihi: 20 Mar 2021

M. Ali KAYA

Giriş

Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Kainatta hiçbir şey yoktur ki hamd ile Allah'ı tesbih etmesin, Onu anmasın, Ona dua etmesin. Fakat siz onların bu tesbihlerini, zikirlerini, dualarını fark etmiyorsunuz.” (İsra, 17:44.) buyurur. Şey” ifadesi canlı ve cansız tüm varlıkları kapsamaktadır. Diğer ayetlerde “Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ı tesbih etmektedir. Mülk O'nundur, hamd O'nadır. O'nun gücü her şeye yeter.” (Teğabun, 64: 1.) “…Kuşları ve tesbîh eden dağları da Dâvud’a boyun eğdirdik. Bunları Biz yapmaktayız.” (Enbiyâ, 21:79.) buyrularak canlı cansız her şeyin Allah’ı tesbih ettiği ifade edilmektedir.


Ayrıca, “Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah'ı tesbih etmektedir. O, Aziz'dir, Hakîm'dir.” (Hadîd, 57:1.) buyurmaktadır. Canlı varlıkların Allah'ı tesbih etmeleri, O'nun her çeşit noksanlıklardan ve yüce şanına yakışmayan şeylerden berî olduğunu dil ile ifade etmeleridir. Canlı olmayan varlıkların Allah'ı tesbih etmeleri O'nun yaratıcılığına, gücünün her şeye yettiğine delil olarak gösterilmeleridir. Bu şeylerin varlığı, Allah'ın yüceliğini göstermektedir. Onların bu hali, tesbihleridir.


Bazı alimler de, cansız varlıkların canlı varlıklar gibi Allah'ı zikrettiklerini söylemişler ve cansız sanılan her şeyde, insanların fark edemedikleri bir canlılık vardır. Bütün eşya, atomlardan meydana gelmiştir. Atomun çekirdeği etrafındaki elektronlar, akla şaşkınlık verecek bir hızla dönmektedir.


Yüce Allah, dilediği gibi bu varlıklarda tasarrufta bulunur. Her şey onun emrinin karşısında teslimiyet içerisindedir. Tesbihleri ve teslimiyetleridir. (Muhammed Ali es-Sabûnı, Safvetü't-Tefâsîr, İstanbul -1987, 3:319 vd.)


Ayrıca tüm varlıklar Allah’a secde etmektedirler. “Göklerde ve yerde olanların, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanların ve insanların birçoğunun Allah’a secde ettiklerini görmüyor musun?” (Hac, 22:18.) ayeti bunu açıkça ifade etmektedir.


Varlıklar içinde akıl v eşuur sahibi insandır. İnsanın vazifesi de mahlukatın teşbihatını anlayarak, akıl ve kalp gözü ile görüp şahitlik etmesi ve dili ile bunu ifade etmesidir. “Rahmân, Kur’an’ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyanı ve düşünüp ifade etmeyi öğretti. Güneş ve ay bir hesaba göre hareket etmektedir. Otlar ve ağaçlar Allah’a boyun eğerler.” (Rahman, 55:1-6.) ayeti buna delalet ettiği gibi insanın “Sübhanallah” diye bu tesbihatı ilan etmesi de görevidir.


Tesbih zikirdir. Bu hususu “Ey iman edenler! Allah'ı çok zikredin ve O'nu sabah akşam tesbih edin” (Ahzab, 33:41-42.) ayeti ifade etmektedir.


Peygamberimiz (asm) “Ben size, sizi geçenlere erişebileceğiniz, sizden sonrakileri geride bırakacağınız ve sizin yaptığınızı yapandan başka hiçbir kimsenin sizden daha üstün olamayacağı bir şeyi öğreteyim mi?” buyurdu. Ashab: “Evet, ey Allah'ın Rasûlü öğretiniz” dediler.


Hz. Muhammed (asm): “Her namazın peşinden 33'er defa ‘sübhânallah’ ‘Elhamdülillah’ ve ‘Allahuekber’ dersiniz” buyurdu. (Ebû Dâvud, İmâre, 20; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5:196.)


1. Tesbih nedir?

“Tesbih” “Sebh” kökünden gelir. Sebh ise, karada, suda ve havada hızla ilerlemek, yüzmek ve uçmak demektir. Kur’ân-ı Kerim ayın, yıldızın ve güneşin hareketleri ve gece gündüzün birbirini takip etmesi “yesbehûn” kelimesi ile ifade edilmiştir. (Enbiya, 21:33; Yasin, 36:40.) Koşan atlar “sâbihat” şeklinde ifade edilmiştir. (Naziat, 79:3.) Yine günlük iş ve güç için koşturmayı da “sebh” kelimesi ile ifade edilmiştir. (Müzzemmil, 73:7.) Bu kökten türeyen “Tesbihat” kelimesi ise “Allah’ı her türlü noksan sıfatlardan tenzih etmek ve her nevi kemal sıfatlarla muttasıf kılmak” anlamında kullanılmaktadır. (Cevehri, Sıhah, 1:372; Ragıb el-Isfahani, Müfredat, 392.)

Peygamberimiz (asm) “Bir karınca bir peygamberi ısırır, o da karınca yuvasının yakılmasını emreder ve yuva yakılır. Yüce Allah ‘Bir karınca yüzünden tesbihat bulunan koskoca bir topluluğu yaktın’ diye vahiy yoluyla azarlar. (Suyutî, Dürri’l-Mensur, Kahire-2003, s. 9:354.)


Nuh (asm) oğluna “Oğlum sana ‘Sübhanallahi ve bi-hamdihî” demeni emrediyorum. Zira, bu bütün mahlukatın zikri ve duası olup onlar bu dua sayesinde rızıklandırılırlar” dedi. Nitekim Yüce Allah “Var olan her şey Allah’ı hamd ile tesbih etmektedir” (İsra, 17:44.) buyrulmuştur.


2. Şuursuz varlıkların tesbihleri lisan-ı halleri iledir.

Şuursuz varlıkların tesbihleri lisan-ı halleri iledir. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “…Kuşları ve tesbîh eden dağları da Dâvud’a boyun eğdirdik.” (Enbiyâ, 21:79.) “Dağlara ve kuşlara ‘onunla beraber tesbih edin’ dedik. (Sebe, 34:10.) buyurur. Bu ayetler canlı cansız varlıkların Allah’ı tesbih ettiklerini ifade eder. Bu tesbih Hz. Davud’a has olup mucize olduğu için Peygmberimizin (asm) avucunda kumların tesbih etmesi ve sahabelerin onların tesbihlerini işitmeleri gibi gerçektir. Ancak bizim anlamamız gereken ise mahukatın lisan-ı hal ile, hal dili ile yaptıkları tesbihattır.


Şuursuz ve akılsız varlıkların tesbihleri lisan-ı hâl iledir. “Lisan-ı hâl efsahu min lisani’l-mekâl” denilmiştir. Yüce Allah “Gökgürültüsü de Allah’ı hamd ile tesbih eder. Melekler de heybetinden dolayı O Allah’ı tesbih ederler.” (Ra’d, 13:13.) buyurarak gökgürültüsünün de tesbihini ifade etmektedir.


Müfessirlere göre mahlukatın ve cansızların tesbihi mecazi olup, lisan-ı hal ile eserin müessire delaleti nevinden gösterdiği harika halleri ve teşkil ettiği sonuçları, fayda ve hikmetleri ile Allah’ın işlerini ve fiillerini en mükemmel şekilde göstermeleri ile “Bunlar bizim fiilimiz ve eserimiz olamaz, biz Mimar Sinan gibi bir ustanın elindeki taşlar nevinden onun eserine ve ustalığına boyun eğerek ortaya çıkan eserlerin ona ait olduğuna şahitlik yapıyoruz” diyorlar. (Elmalılı, Tefsir, 5:3180.)


Tesbih bir nevi övgüdür. Eserin mükemmelliği ustasını lisan-ı hal ile övdüğü gibi her mahluk ve masnu’ mükemmel işlemesi ile ustasını manen tebrik eder ve ustalığını alkışlar. Onu gören akıllı ve şuurlu varlıklar o eserin mükemmel işlemesinden ustasının varlığını, kemalini ve kabiliyetine intikal ederek bilir ve tanır.


Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Tahiyyat”ı da tesbihât olarak izah eder ve “Yani, bütün zîhayatların, âsâr-ı hayatlarını muntazaman murad-ı İlâhî dairesinde gösterdikleri cihetle Sâni-i Zülcelâllerinin san'atını alkışlıyorlar. Nasıl ki, bir zât harika bir makine yapsa, başında bir fonograf, bir fotoğraf gibi ayrı ayrı, kendi kendine işler, konuşur, yazar, muhabere eder cihazat bulunsa, o adamın istediği tarzda işlese, neticelerini güzelce verse, o makineye bakan nasıl ki o adamı "Mâşâallah," "Bârekâllah"larla alkışlar, mânevî hediyeler verir. Aynen, o makine de, kendinden maksud olan neticeleri, eserleri mükemmel izhar etmekle, o cihazatın lisan-ı haliyle san'atkârını takdir ve tahsinler ve mânen "Mâşaallah"larla tebrik edip alkışlar, tahiyyeler ve hediyeler verir.


İşte, bütün zîhayatın herbirisi, başında pek çok muhtelif fonograflar, fotoğraflar, telgraf ve telefon makineleri gibi çok makineler var. Onlar, hilkatlerindeki netâici, maksatları nihayet derecede mükemmel gösterdiklerinden, hayatlarının tezahüratıyla, "tahiyyat" tabir edilen mânevî alkışlar, hediyeler, tebrikler ve tahsinlerle, Sâni-i Zülcelâlinin tesbihatını, hem kemâlât-ı san'atını ilân ediyorlar demektir. Biz ise, ‘et-tahiyyâtü’ demekle, kendi lisanımızla o tahiyyatları yâd edip, kendi hesabımıza dergâh-ı İlâhîye takdim ederiz. Zaten lisan o makinelerden birisidir ve ondan matlup neticelerden birincisi, bir tercümanlıktır.” (Lem’alar, 4. Bab, 2. Fasıl, s. 527.)


3. Risale-i Nurda Tesbih Hakikatinin İzahı

Bediüzzaman mahlukatın tesbihatını şöyle izah eder: “Hamele-i Arş ve yer ve göklerin melâike-i müekkelleri ve sair bir kısım melekler hakkında Muhbir-i Sadıkın tasvir ettiği, meselâ kırk binler başlı, her başında kırk binler lisan ve her lisanda kırk binler tarzda tesbihat ettiklerini (İbni Hacer, Fethu'l-Bârî, 8:402; Münâvî, Feyzu'l-Kadîr, 2:82.) ve intizam ve külliyet ve vüs'at-i ubûdiyetlerini ifade eden hakikate çıkmak için şuna dikkat et ki, Zât-ı Zülcelâl, “Yedi gökle yer ve onların içindekiler Onu tesbih eder.” (İsrâ, 17:44.) “Biz dağları Dâvud'un emrine verdik ki, onunla beraber tesbih ederlerdi.” (Sâd, 38:18.) “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik.” (Ahzâb, 33:72.) gibi âyetlerle tasrih ediyor ki, mevcudatın en büyüğü ve küllîsi dahi, kendi külliyetine göre ve azametine münasip bir tarzda tesbihat ettiğini gösteriyor ve öyle de görünüyor.


Evet, bir bahr-i müsebbih olan şu semâvâtın kelimat-ı tesbihiyesi güneşler, aylar, yıldızlar olduğu gibi, bir tayr-ı müsebbih ve hâmid olan şu zeminin dahi elfâz-ı tahmidiyesi hayvanlar, nebatlar ve ağaçlardır. Demek herbir ağacın, herbir yıldızın cüz'î birer tesbihatı olduğu gibi, zeminin de ve zeminin herbir kıt'asının da ve herbir dağ ve derenin de ve ber ve bahrinin de ve göklerin herbir feleğinin de ve herbir burcunun da birer tesbih-i küllîsi vardır.


Şu binler başları olan zeminin her başında yüz binler lisanlar bulunan ve her lisanda yüz bin tarzda tesbihat çiçeklerini, tahmidat meyvelerini, âlem-i misalde tercümanlık edip gösterecek ve âlem-i ervahta temsil edip ilân edecek, ona göre elbette bir melek-i müekkeli vardır.


Evet, müteaddit eşya bir cemaat şekline girse, bir şahs-ı mânevîsi olacaktır. Eğer o cemiyet imtizaç edip ittihad şeklini alsa, onu temsil edecek bir şahs-ı mânevîsi, bir nevi ruh-u mânevîsi ve vazife-i tesbihiyesini görecek bir melek-i müekkeli olacaktır.

İşte, bak: Misal olarak, bu Barla ağzının, şu dağ lisanının bir muazzam kelimesi olan, bu odamızın önündeki çınar ağacına bak, gör. Ağacın şu üç başının her başında kaç yüz dal dilleri var. Ve her dilde, bak, kaç yüz mevzun ve muntazam meyve kelimeleri var. Ve her meyvede, dikkat et, kaç yüz kanatlı mevzun tohumcuk harfleri, emr-i “Kün fe-yekûn”e mâlik Sâni-i Zülcelâline ne kadar beliğ bir medih ve fasih bir tesbih ettiğini işittiğin, gördüğün gibi, ona müekkel melek dahi, ona göre âlem-i mânâda müteaddit dillerle tesbihatını temsil ediyor ve hikmeten öyle olmak gerektir.” (Sözler, 14. Söz, s. 233-234.)


4. Mahlukatın 55 Lisanla Tesbihatı

Üstad Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Katre Risalesi”nde mahlukatın elli beş lisanla Allah’ı tesbih ettiğini söylüyor.


Başka bir Risalede “Allah’ın varlığının delilleri mahlukat sayısıncadır” ibaresi nakledildikten sonra bunun mübalağa olmayıp belki nâkıs olduğu ifade edilir. O halde 55 rakamını farklı delil türleri, ayrı kategoriler olarak değerlendirmek gerekir.

Üstad, Cenab-ı Hakkı bize tarif eden üç büyük külli muarriften söz eder. Bunlar: Kainat kitabı, Kur’an-ı Kerim ve Peygamber efendimizdir. (asm) Başka bir risalesine ise bu üçe vicdanı bir dördüncü olarak ekler.


Katre risalesinde Allah’ın varlığına 55 ana delil zikredilmiştir. Bunlar Mesnevi-i Nuriye’nin Arapçasında tek tek açıklanmıştır. Üstad’ın talebelerinden Ceylan Çalışkan yazdığı nüshada bu delillerin karşılarına numaralar koymuştur. Biz de o numaralamada geçen konuları aşağıda takdim ediyoruz:


1- Tanzimat,

2- Muvazene,

3- İntizam,

4- Ittırad,

5- Şuuri olan sanatın ittikanı,

6- Sanatın kemali,

7- Mütehalif eşyanın tecavübü,

8- Mütebaid ve mütefavit eşyanın tesanüdü,

9- Birbirine bakan muntazam eserlerin teşabühü, (semavatın yıldızları gibi)

10- Birbirini gözeten eserlerin tenasübü (çiçekler gibi)

11- Her bir zihayatın birçok şuuri esmanın tecelliyatına mazhariyeti,

12- Zihayatlar arasındaki irtibat,

13- Zihayatlar arasındaki münasebet,

14- Zerrat arasında yazılmış ve nakşedilmiş cazibenin yıldızlar ve güneşler arasındaki cazibeye kardeş olması,

15- Mürekkebattaki her bir zerrenin nisbetleri,

16- Bir nev’deki tasarruf-u kudretin vüs’ati,

17- Hilkatin Vacib-ul-Vücud’a isnad edilmesindeki kolaylık,

18- Esbab-ı zahiriyenin besatetine rağmen müsebbebattaki havarık-ı nakş,

19- Kainatın yaratılışındaki ittikan ve ihtimam gayr-ı mütenahi bir kudreti istilzam eder,

20- Kainatta tecelli eden Esma’nın tesanüdü ve hatta tek bir zerrede bile teşarükü,

21- Kainatın mecmuunda tezahür eden hikmet-i amme,

22- Kainatın yüzünde parlayan inayet-i tamme,

23- Kainatın yüzüne yayılmış olan rahmet-i vâsia,

24- Zevilhayatın tenevvü-ü hacatına göre verilen rızk-ı âmm,

25- Kainatta yayılmış olan hayat ve zihayatlar,

26- Kainatın yüzünde parlayan bir hüsn-ü arazi ve tahsin,

27- (Bir cemal-ı mücerrede remz eden) Kainatta görünen bir cemal-ı hazin,

28- Kainat kalbinde görünen ve Mahbub-u hakikiyi gösteren bir aşk-ı sadık,

29- Kainatta hissedilen incizab ve cezbe,

30- (Bütün kainatın bir Zat-ı Vahid‘in Zilal-ı Envarı olduğuna dair) bütün kamillerin müşahedelerine istinaden işitilen şehadetleri,

31- (Envaın cüziyyatında bazı maslahatlar gözetilerek yapılan tasarrufat.

32- Nebatat ve hayvanat enva’ının cüz’iyyatında görünen bazı faydalar için yapılan tebdil,

33- Nebatat ve hayvanat enva’ının cüz’iyyatında görünen bazı hikmetler için yapılan tahvil,

34- (Küre-i arzın gece ve gündüzündeki gibi) kainat azalarında bazı gayeler için yapılan tağyir,

35- Âlemde görünen (kemalat için yapılan) tanzim,

36- Kainatın hudusu,

37- Kainatın (vücud ve bekasında maddeten ve manen) ihtiyacatı,

38- Kainatın vucud ve bekasında maddeten ve manen iftikaratı,

39-(Kışta kuru olan ağaç ve arz gibi) Eşyanın kendi zatındaki fakrıyla beraber o eşyada görünen iktidar- ı mutlak,

40- Gına-yı Mutlak’ın eserlerinin görünmesiyle beraber kainatın zatında fakir olması,

41- Kainatın kendi zatında hayatsız ve meyyit olmasıyla beraber onda görünen envar-ı hayat,

42- Kainatta bir şuur-u muhitin eserleri görünmesiyle beraber camid ve cahil olması,

43- Kainatın intizamlı bir şekilde fena ve tegayyürü,

44- Müşahedat, mükalemat, füyuzat ve münacatı netice veren zevil ervahdaki ibadat-ı nuraniye,

45- Kainatın kâli ve hâli tesbihatı,

46- Müessir ve neticeli, makbul ve müstecab olan ihtiyaç sahiblerinin duaları,

47- Belaya düşenlerin ıztırar anında gerek şuurî ve gerekse gayr-ı şuurî olarak hami-i mechülüne belki Hâlıkına ilticası,

48- Zahirden hakikata geçen bütün kamil insanların müşahadeleri,

49- Kainat dolusu görünen ve vucub ve vahdet mertebesinden nazil olan ef’al-i mütecelliye ve teceliyat-ı Esma,

50- Ekvanın kendi nefsine ve esbaba isnadındaki müteselsil muhalattan neş’et eden ıztırabat-ı ervah,

51- Görünen eşyada bizzarure ve görünmeyen eşyada ise nazar-ı akli ile varlığı anlaşılan kader,

52- İnsanın isti’dadının camiiyyeti,

53- Kevnde görünen imkan, kesret ve infial mertebesi,

54- Eşya’nın kendisi için tayin edilen nokta-ı kemale kadar harekete devamı,

55- Herşeyin batınının zahirinden daha şeffaf olması…

130 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page