top of page
  • Yazarın fotoğrafıM. Ali KAYA

HİLAFET KUREYŞE Mİ AİTTİR?

Güncelleme tarihi: 20 Mar 2021

M. ALİ KAYA

Giriş

Sosyolog ve Siyaset Tarihçisi İbn-i Haldun “Peygamberimiz (asm) “Halifeler Kureyşidir” (Buhâri, Ahkâm, 4; Müslim, İmâre, 4.) buyurmuşlardır. İlk dönem hilâfetin Kureyşî olması çekişmelerin önlenmesi için şart koşulmuştu. Zira Kureyş’in diğer kabilelere üstünlüğü ve şerefi vardı. Hilafet Kureyş dışında birine ait olursa Kureyş buna muhalefet ederdi. Bu da “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın” (Âl-i İmran, 3:103.) ayetine zıt olurdu. Yoksa Kureyş’e tahsis edilmiş bir özellik değildir” demektedir. Ensar’ın Sa’d b. Ubade’yi (ra) halife adayı göstermesi bunun delilidir.


Peygamberimiz (asm) “Sizi yöneten başı kuru üzüm gibi olan Habeşli bir köle dahi olsa ona itaat edin” (Buhari, Ahkam, 4; İbn-i Mâce, Cihad, 34.) hadis-i şerifi de yönetimin sadece Kureyş’e ait olmadığını ifade etmektedir. Halk seçmiş ve layık görmüş ise Habeşli köle de olsa marufu emrettiği zaman ona itaat edilmesi gerektiği anlatılmaktadır. Ancak bir kısım İslam alimleri hilafetin bu hadise göre Kureyş’e ait olduğunu iddia etmişler ve Kureyşî olmayanların hilafetinin hakiki değil, Kureyşe vekaleten olduğu şeklinde tevil etmişlerdir.


Bir kısım İslam alimleri de Hz. Hasan’ın (ra) hilafet ile saltanatı birbirinden ayırdığı, saltanatı Hz. Muaviye’ye (ra) devrederek gerçek hilafet olan “Allah’ın dinine hizmeti üzerine aldığını, Kur’an ve Sünneti muhafaza, İmana ve Dine hizmet etme görevi olan gerçek hilafetin Kureyşî imamlar ile devam ettiğini, Ehl-i Beytin On İki İmamı ve Müceddidlerin Kureyşî olup Din-i Mübin-i İslamın ahkamını ve Sünnet-i Nebevînin muhafazasını kıyamete kadar devam ettireceklerini” ifade etmişler, son imam olan İmam Mehdi’nin de Kureyşî olup dini yıkan Deccal ve Süfyan ile mücadele ederek dini yeniden ihya edeceğini Hz. İsa’nın da (as) gelip Hz. Mehdiye uyarak beraber Deccalı öldüreceğini Peygamberimizin (asm) hadislerine dayanarak izah etmişlerdir.


1800-1900’lü yıllarda bu hadis-i şerifi istismar ederek siyasetleri için kullanan İngilizler İslam Dünyasına gönderdikleri din adamı kılığındaki casuslarla bu hadis-i şerifi okuyarak “Hilafet Kureyşte olması gerekirken siz Kureyşîler neden Türklere itaat ediyorsunuz?” diye Arapları Osmanlı aleyhine kışkırtarak Osmanlı’dan koparırken kendi hakimiyetlerine alıp Arap dünyasında İngiliz hakimiyetini güçlendirmiş ve Arap-Türk düşmanlığını körüklemişlerdir.

Biz bu makalede bu hususlar üzerinde duracağız.


“Hilafet Kureyştedir” Hadisi

Bu hadis değişik lafızlarla rivayet edilmiştir. (Buhâri, Ahkâm, 4; Müslim, İmâre, 4.) Ancak genelde aynı manayı taşımaktadırlar: “Hilâfet Kureyş'tedir.” (Müsned-i Ahmed, 4:185; Heysemi, Mecmau’z-Zevâid, 1:336, 4:192.) “Emirler Kureyş'tendir.” (Hâkim, Mustederek, 4:501.) “İmamlar Kureyş'tendir.” (Müsned-i Ahmed, 3:129, 4:421.)


İmam Nevevi, Sahih-i Müslim’in şerhinde mevzuu ile ilgili rivayetlerin sonunda şunları söylemektedir: “Bu ve benzeri hadisler, hilâfetin Kureyş’e hâs bir durum olduğuna delildir. Onlardan başkalarına akdetmek caiz değildir. Sahabe ve ondan sonraki devirlerde bunun üzerinde icmâ edilmiştir.” Kâdi İyâd ise şöyle der: “Kureyşli olması şartı bütün alimlerin görüşüdür. Sakife günü Ensar’a karşı Ebu Bekir, (ra) ve Ömer (ra) bu hadisi delil getirdiklerinde hiçbir kimse karşı çıkmamıştır. (Müslim, Nevevi Şerhi, 12:200.)


Bazı alimlere göre, hilafete ehil bir Kureyşli bulunmadığı zaman, başka milletlerden ehil kimseler onlara vekaleten hilafeti üstelmiş olurlar. Buna göre, tarihte değişik bölgelerde bazen Kureyş olmayanların hilafeti bu bağlamda değerlendirilmelidir. Mehmet Sofuoğlu ise, Hilâfetin Kureyş’lilere mensup olmasının, hilâfetin sıhhatinin şartı olmayıp önceliğin ve tercih nedenin olacağını söyleyen İslam alimlerinin bulunduğunu ifade etmektedir. (Sofuoğlu, Sahih-i Buhari Tercümesi, 15:6691.)


Muhammed Hamidullah da bu hadisin bir emir değil de olacak şeyi önceden haber verme anlamında tebşirden ibaret olduğu görüşündedir. (Muhammed Hamidullah, Rasulullah (asm) s. 323.) Yani, Peygamberimiz (asm) kendisinden sonra halifelerin Kureyşte devam edeceğini haber vermiş ve haber verdiği gibi çıkmış olup ihbar-ı bil-gayb nevinden Peygamberimizin (asm) mucizevi bir beşareti olmuştur.


Hadis kaynaklarında hilâfet kelimesiyle birlikte halife, imam, emîr kelimelerinin de yer aldığı ve bunlarla, ileride oluşacak terim anlamına da zemin hazırlayabilecek şekilde “devlet başkanı, yönetici, lider” gibi anlamların kastedildiği görülür. Çeşitli hadislerde, âdil devlet başkanı övülüp onun kıyamet günü Allah tarafından gölgelendirilmek suretiyle mükâfatlandırılacağı, belirtilmekte (Buhari, Zekât, 16; Müslim, Zekât 91.) zalim devlet başkanı yerilmekte, (Tirmizî, Ahkâm, 42.) devlet başkanının tıpkı bir çoban gibi emri altındakilerin sorumluluğunu taşıdığı, (Müslim, İmâre, 20.) onun bir koruyucu olduğu ve günah olanı emretmediği sürece kendisine itaat etmek gerektiği (Buhârî, Cihâd, 108-109.) gerçek anlamda hilâfetin (Hilâfetü'n-Nübüvve) otuz yıl süreceği ve daha sonra saltanata dönüşeceği, (Ebû Dâvûd, Sünnet, 8.) kaydedilmektedir.


Yöneticilere Halife Denmesinin Sebebi

Müslüman toplumlarda devlet başkanlığına hilâfet denmesi, halifenin risâlet görevi hariç Hz. Peygamber'in (asm) yerine geçerek onun dünyevî otoritesini temsil etmesi, yeryüzünde dinin hükümlerini uygulamak, dünya işlerini düzene koymak üzere Allah'ın dininin, emrettiği hürriyet ve adalet emrinin yeryüzündeki hâkimiyetini veya bütün müminlere ait olan hilâfeti ve yetkiyi temsil etmesi gibi sebeplerle açıklanır.


Cumhur-u Ulemaya göre; Halifenin Kureyşten olması bir tercih sebebidir. Halife olabilecek seviyede olan iki kişiden biri Kureyş’ten diğeri Kureyş’in dışında olan biri ise tercihen Kureyşli olan kişi halife seçilir. Ama eğer, üstün olan kişi Kureyş’ten değilse, Kureyşli olmayan kişi tercih edilir. Çünkü Peygamberimiz (asm) “Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın Arab olana bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük takvadadır” (Ahmed b. Hanbel, Müsnd, 5:411.) “Azası kesik siyahî bir köle başınıza amir olarak tayin edilse, sizi Allah'ın kitabi ile idare ederse, onu dinleyiniz ve itaat ediniz” (Buhari, Ahkam, 1; Müslim, İmare, 33; Nesai, Bey’at, 26.) hadisleri ve “Allah size emaneti ehline vermenizi emreder” (Nisa, 4:58.) ayeti bu hadisle beraber mütalaa edildiği zaman liyakatin daha öncelikli olduğu anlaşılmaktadır. Üstünlük takvada, tevazuda ve hizmettedir. Nitekim Hz. Ebu Bekir (ra) seçildiği zaman: “Ben hepinizden üstün değilim. Ama bu görev bana verildi. Ben Resulullah’a itaat ettiğim sürece bana itaat edin. Yoksa bana itaat etmeniz gerekmez” dedi.


Halifelik bir idarecilik mevkiidir. Bu her yönden üstün olmayı gerektirmez. Önemli olan, yöneticinin “İstişare” etmesi ve yapacağı işlere ehil olan kişileri getirmesidir. Bu ise Allah’ın istediği şekilde toplumu yönetmesi demektir. İdarecide aranan şey budur. Sonra diğer şeyler aranır.


Yönetici istişareyi terk etmediği, işleri ehline verdiği ve toplumda hürriyet içinde adaleti sağladığı, istibdat ve baskıya yönelmediği, tebasının hak ve hürriyetlerini kanunlar çerçevesinde korumaya devam ettiği, halktan alına vergileri yerli yerine halkın hizmetine harcadığı ve israf etmediği sürece Peygamberin (asm) yolunda olup sünneti üzere adaletle yönetiyor demektir. Bu durumda o Peygamberin yerinde toplumu yönettiği için Peygamberden (asm) sonra yönetici manasında “halife” unvanını almış olur. Hilafet denilen şey budur. Hilafet Sünnet üzere insanları yönetmek ve idare etmek demektir.


Halifeler Kimlerdir

Yüce Allah yeryüzünde mahlukat üzerinde tasarruf etmesi için irade ve akıl sahibi insanı yeryüzünün halifesi yapmıştır. (Bakara, 2:30.) İnsanların yönetmesi için de insanlar içinden Peygamberleri seçmiş hilafet görevini onlara vermiştir. İnsanların halifesi, yani yöneticisi de Peygamberlerdir. “Ey Dâvud! Muhakkak ki biz seni yeryüzünde halife kıldık” (Sâd, 38:26) ayet-i kerimesi de bu manayı ifade buyurmaktadır. Ayette belirtildiği üzere Davud (as) Allah Teâlâ tarafından halife kılınmış ve onun hükmünün Cenab-ı Hakkın hükmü anlamına geldiği vurgulanmıştır.


İnsan eşya ve varlıklar üzerinde tasarruf edip madenleri, bitkileri ve hayvanları dilediği gibi mülkiyetine alıp yönetme yetkisine sahip olduğu gibi, insan topluluklarını da yönetecek, onları hak ve hidayete, doğru yola ve istikamete, hürriyet ve adalete yönlendirecek idarecilere de halife denilmiş ve bunların toplum tarafından meşveretle liyakat esasında göre seçilmesi, onun da meşveret ve adaletle yönetmesi istenmiştir.


Yönetim görevi liyakat ve beceri ister. Bu sebeple sadece belli bir kavme has değildir. Sonra yeryüzünde pek çok milletler vardır ve onların da yöneticileri vardır. Bu yöneticiler ya istibdatla yönetirler, zulüm buradan çıkar veya hürriyetle yönetirler adalet buradan doğar. Bu sebeple yöneticiler ya ilim sahibi, liyakatli ve adildir veya cahil, liyakatsiz ve zalimdirler. Bir kısmı da ikisi arasında yönetim sergileme çabası içindedirler.


Peygamberimiz (asm) yönetimde ve memuriyette liyakati esas almış, liyakatli ve becerikli olanları görevlendirmiştir. Hz. Ebuzer (ra) görev istediği halde ona “Sen zayıfsın, memuriyet sorumluluk gerektiren bir iştir. Sen böyle bir görevi üstlenme!” (Müslim, İmare, 16-17.) buyurarak görev vermemiştir. Bu onun salahatinin noksanlığından değil, görevine göre liyakate değer vermesindendir.


Hz. Ömer (ra) hilafet konusunun tartışıldığı bir ortamda “Huzeyfe’nin kölesi Sâlim hayatta olsaydı hiç tereddüt etmeden onun halife olmasını isterdim. Şayet Rabbim bana bunu soracak olsa ‘Nebi’nin ‘Muhakkak ki Salim Allah’ı çok seven biridir’ dediğini işittim” diye söylerim demiştir. (Ebu Cafer Taberi, Tarihu’l-Ümem ve’l-Müluk, 2: 580.) Bir diğer rivayette “Şayet Huzeyfe’nin kölesi Salim sağ olsaydı istişare dahi yapmadan onu halife yapardım” dediği nakledilmektedir. (Salahuddin Halil b. Eybek, el-Vâfi bi’l-Vefeyat, 15: 58.) Hz. Ömer’in (ra) hilafetle ilgili nakledilen bu sözü halifelikte Kureyşli olmanın olmazsa olmaz bir şart olmadığını ifade etmektedir. Zira Peygamberimizin (asm) yukarıda naklettiğimiz hadislerinde maksat şayet Kureyşli olmanın hilafette şart olduğunu ifade etmek olsaydı, Peygamberin bu sözünden sonra Hz. Ömer’in (ra) hilafet için Kureyş kabilesinden olmayan Salim’i (ra) düşünmesi dahi tahayyül edilemezdi.


Peygamberimiz (asm) amirleri tarif ederken “Emr-i maruf ve nehy-i ani’l-münker görevini layıkı ile yapanlar amirlerinizdir; münkeri emrettikeri zaman onlara itaat edilmez. O kişi de amir olamaz” buyurduğu mervidir. Hatta “Başınıza Habeşli bir köle de getirilecek olsa sizi Allah’a sevk ettiği sürece ona itaat ediniz” (Buhari, Sahih, H. No: 6723; Tirmizi, Sünen, H. No: 1706; İbn Mace, Sünen, H. No: 2861, Hâkim, el-Müstedrek, H. No: 329.) buyurmuşlardır. Bu rivayetlerde Hz. Peygamber (asm) herhangi bir kabileye mensubiyetten söz etmeyip mutlak manadaki bir emaretten bahsetmektedir. (Salah es-Savi, el-Veciz fi Fıkhi’l-Hilafe, Daru’l-İ’lam, s. 33.)


Hilafet ve Saltanat Farkı

Hilafet “Seyyidü’l-kavme hâdimühüm” yani “Halkın efendisi ona hizmet edendir” (Aclunî, Keşfu’l-Hafa, Lübnan-1997, 1:409. H. No:1513.) hadisine göre “Ümmetî Ümmetî” diye ümmetini, yani toplumu ve insanı düşünerek ona hizmet etme mesleğidir. Meliklik ise hanedanın topluma hakimiyetini sağlamak için toplumu kendisine hizmetkar etmektir.


Hilafette yönetici halkı memnun etmeye çalışır, meliklik ve saltanatta ise halk idarecileri memnun etmeye çalışır. Hilafette yönetici halktan korkar, meliklikte ise halk meliklerden ve yöneticilerden korkar.


Halifeler halka hesap verir, padişahlar ve melikler ise halka hesap sorarlar.

Halife meşveretle hareket eder, şuranın kararlarının sözcüsü ve takipçisidir. Melikler ve hükümdarlar ise kendi iradeleri ile karar verirler, memurlar ve halk onun iradesine uymak zorundadırlar. Aksi taktirde suç işlemiş ve ihanet etmiş olurlar. Bundan dolayı da melikler, krallar iradelerine uymayanları cezalandırma yetkisine sahiptirler ve bunda bir sınırlandırma da olmadığı için idam cezası da verse haklıdır, padişahın iradesini tartışmak ve adil değildir demek dahi suçtur ve tenkit eden hain ilan edilir ve cezalandırılır.


Hz. Ömer (ra) bir gün sahabelere sordu: “Ben melik ve kral mıyım, yoksa halife miyim?” dedi. Sahabeler bir şeyler ifade ettiler. Hz. Ebudderda (ra) ise şöyle dedi: “Yâ Ömer! Sen halkına hizmet ediyor, halk senden korkmuyorsa, halkın vergisini israf etmiyor yine halka hizmet için harcıyorsan sen halifesin. Şayet kendine hizmet ettiriyorsan, halk da senden korkuyorsa, halkın vergilerini israf edip kendin için harcıyorsan sen kralsın” der.


Bu ifadeler Hz. Ömer’in hoşuna gider. Zira hilafet ile krallığı tam tarif etmiştir.


Kureyşin ve Ehl-i Beytin Görevi Dini Muhafazadır

Vazife-i hilafetin en ehemmiyetli vazifesi neşr-i hakâık-ı imaniyedir. Yani kalplere Allah korkusu ve ahiret duygusu vermektir. Çünkü toplumda züht ve takva olmazsa yöneticiler adaleti sağlayamazlar. Yalancılık ve dalkavukluk meydan alır toplumda anarşi ve sahtekarlık hâkim olur. Bu durumda yöneticiler istibdad-ı mutlaka ve zulme mecbur olur. Bu sebeple adalet-i hakikiye ile insanları mesut edecek olan İman hakikatlerinin kalplerde yerleşmesidir. Peygamberimizin (asm) ve tüm peygamberlerin asıl vazifesi budur.


Peygamberin yerinde hilafet görevi yapacak olanların da ilk ve en önemli vazifesi bu olmalıdır. Hulefa-i Raşidin bu vazifeyi bi-tamamihâ ifâ ettiler. Bu sebeple hilafet ile saltanatı beraber yürüttüler. O zaman toplum Peygamberimizin (asm) irşadı ve sahabelerin çoklukla mevcudiyeti ile Allah korkusu ve ahiret duygusu ile hareket ediyorlardı. Ancak otuz senenin sonunda İslamiyetin yayılması ile farklı inanç ve kültürde insanlar Müslüman oldular, din zaafa uğradı. Yeni Müslüman olanlar dinin iman ve islam hakikatlerini tam olarak öğrenip hayatlarına tatbik etmekten çok güçlenen İslam devletinden faydalanmak amacı taşıyor ve meseleye iktidar mücadelesi açısından bakıyorlardı. Bu sebeple Hz. Hasan (ra) hilafetin dünyaya bakan saltanat yönünü Hz. Muaviye’ye (ra) devrederek kendisi hilafet-i hakikiye olan “neşr-i hakâık-ı imaniye” vazifesini üzerine aldı. On sene Medine-i Münevvere’de ve Mekke-i Mükerreme’de “Kur’an ve Sünnet-i Peygamberiyi” muhafaza, öğretme ve neşretme görevini yaptı. Toplumun asayiş ve huzuruna, yöneticilerin hürriyet ve adalet içinde vazife yapmarına hizmet etti.


Hz. Hasan’dan (ra) sonra hilafet-i hakikiye, hilafet-i maneviye olarak devam etti. Neşr-i hakaık-ı imaniye görevi Ehl-i Beytin imamları, Müçtehitler ve mücedditler eliyle devam etti. Bu sebeple dini ve imanı muhafaza görevi, Kur’an-ı Kerimin ve sünnet-i seniyyenin muhafazası ile daha ziyade bu şekilde devam etti. Bunu devam ettirenler de yine Ehl-i Beyt ve onların neslinden gelenler olduğu için Peygamberimiz (asm) Hilafet-i hakikiyenin Kureyş ile devam edeceğini haber verdi. Hilafetten sadece saltanatı anlayanlar ise “Hilafet Kureyştedir” hadisini tam olarak anlayıp izah edemediler ve tartışma sadece saltanat manasındaki hilafet üzerine yoğunlaştığı için işin içinden çıkılamadı. Ancak Bediüzzaman Said Nursi hazretleri bu meseleyi “Hilafetin en mühim vazifesi neşr-i hakaık-ı imaniyedir” (Emirdağ Lahikası, s. 65.) ifadesi ile güzel bir şekilde izah etmiş, saltanatın hilafet vazifesi içinde öneminin ancak yüzde bir mesabesinde olduğunu ifade etmiştir.

Peygamberimiz (asm) dünya saltanatından çok en önemli ve gerçek vazifesi olan “Neşr-i hakaık-ı imaniye” vazifesi noktasından meseleye baktığı için “Kureyşten iki kişi kaldığı müddetçe bu hilâfet işi kureyşten ayrılmaz.” (Buhari, Ahkam, 4; Müslim, İmare, 4.) ve “Emirler Kureyşten’dir.” (Hâkim, Müstedrek, 4:501.) buyurdular.


Ayrıca “On iki halife olduğu müddetçe İslam aziz olacaktır. Onların hepsi de Kureyştendir.” (Müslim, İmare, 5,6,7,8; Sahih-i Müslim şerhi ve Tercümesi, Ahmet Davudoğlu, (Sönmez Neşr. İst-1983) 8: 5120.) buyurdular. Şia kaynaklarında bu hadis “Ben peygamberlerin efendisiyim. Ali de vasilerin efendisidir. Benden sonra on iki vasim vardır. İlki Ali, sonuncusu Mehdi’dir.” (Şeyh Kuleynî, Ravzatu‟l-Kafî (Usul-ü Kâfî) şeklinde geçmektedir. Şia bu hadisi kendilerine göre 12 Ehl-i Beyt imamı ile sınırlamıştır. Ancak ehl-i Sünnet ulaması bunu her asırda geleceği Peygamberimizin (asm) müjdelediği ve “Şüphesiz Allah Teâla her yüz sene başında bu ümmetin dinini asliyetine irca ederek tecdid eden bir müceddid gönderir” (Ebu Davud, Melahim, 1.) hadis-i şerifine uygun olarak her asırda gelecek olan müceddidlerin Kureyş’e mensup olacağını ve bunların dini tecdid ederek adalet-i hakikiyi sağlayacak olan saltanat sahibi liderlere yardımcı olacağını haber vermiştir.


Bu şekilde hilafeti-i hakikiye-i maneviye ile hilafet-i surî olan saltanat birbirinden ayrılmış ve birbirine yardımcı konumda kalmışlardır. Osmanlılar döneminde her ne kadar padişahlara halife unvanı verilmiş ise de dini hizmetleri “Şeyhulislamlık Makamı” yürütmüştür. Günümüzde de yine Bediüzzaman’ın ifade ettiği gibi “Hilafeti meşihat, saltanatı ise sadaretin yürüttüğünü” ifade eder. “Saltanat ve hilafet gayr-i münfek, müttehid-i bizzattır Cihet muhteliftir. Saltanatı sadaret, hilafeti meşihat temsil eder” (Sünuhat, 50.) demiştir.


Şahsî Hilafetin Kaldırılması

3 Mart 1924 günü Urfa vekili Şeyh Saffet Efendi ve elli üç arkadaşının hazırladığı, hilâfetin kaldırılmasına dair on iki maddeden oluşan bir kanun teklifi Meclis'e getirildi. Teklif okunduktan sonra halifenin hal’edildiğini ve hilâfetin kaldırıldığını bildiren birinci madde; ardından hanedan üyelerinin yurt dışına çıkarılmasına dair 2. madde aynen kabul edildi. Oturuma katılan 158 üyenin 157'sinin oyuyla kabul edilmiş; tek ret oyunu Gümüşhane mebusu Zeki Bey vermiştir. Aynı oturumda daha önce Şer'iye ve Evkaf ve Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekaleti'nin İlgasına Dair Kanun ile Tevhid-i Tedrisat Kanunu da kabul edilmiş ve Diyanet İşleri Reisliği'nin kurulması kararlaştırılmıştır.


Hanedan üyelerine yurt dışına çıkmaları için on günlük bir süre tanınmışken Abdülmecid Efendi aynı gece on bir kişilik ailesiyle beraber Çatalca İstasyonu'ndan trene bindirildi; sınıra kadar kendisine İstanbul valisi ve emniyet müdürü refakat ettiler. Böylece hilafet-i şahsî ve şahsa bağlı hilafet ilgâ edilmiş oldu.


Hilafetin ilga edilmesinin gerekçesini Şeyh Saffet Efendi’nin gerekçeli teklifinde hilafetin artık tek şahısla temsil edilemeyeceği ve TBMM’ye devredilmiş olduğu ifade edilmiştir. Bu gerekçe aynen yasaya da yansıtılmıştır ve ilgi yasanın birinci maddesi aynen şöyledir: “Halifelik, hükümet ve cumhuriyet’in anlam ve kavramı içinde esasen mevcut bulunduğundan hilafet makamı kaldırılmıştır” şeklindedir. Ama ne var ki hükümet ve cumhuriyet hilafeti temsil etmekten imtina etmiş ve yerine bir bakanlığa bağlı “Diyanet İşleri Başkanlığı” adında bir kurum oluşturulmuştur.

76 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page