M. Ali KAYA
İTİKATTA USUL
M. ALİ KAYA

M. Akif’in “Doğrudan doğruya Kur’andan alıp ilhamı / Asrın idrakine söyletmeliyiz islamı” diyerek Kur’an merkezli bir din anlayışının gerekliğini belirtmişti. Bediüzzaman bu ihtiyacı ilhamını doğrudan Kur’ândan alarak telif ettiği Risale-i Nur Külliyatı ile asrın idrakine sunmuştur. Bediüzzaman “Doğru İslamiyeti ve İslamiyet’e layık doğruluğu” ortaya koymaya çalışmış ve bunun için hayatını feda etmiştir.
Kur’ân-ı Kerim 1500 sene önce nazil olmuştur; ancak Allah’ın ezelî kelâmı olduğu için ebede kadar hükmü bakidir ve her asra bakan yönü ile yeni nazil oluyor gibi gençliğini ve tazeliğini korumaktadır. İnsan fıtratına hitap eden Kur'an-ı Kerim her asrın hastalıklarını tedavi eder ve beşerin bütün ihtiyaçlarına cevap verir. İnsanlık için Kur’ana yönelmek ve çarelerini ondan almaktan başka kurtuluş yolu da yoktur. Zaten bu husus Kur’anın bir mucizesidir ve bu noktada Kur’anın benzeri yoktur.
İslamiyet’in doğru anlaşılması da yine Kur’ân-ı Kerimi doğru ve iyi anlamaya bağlıdır. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimi “Her şeyin gerçeğini açıklayan, Müslümanlara hidayet ve rahmet ve insanlığa bir müjde olarak inzal edilmiştir.” (Nahl, 16:89.)
İnsanın yaratılış amacı yaratıcıya aklen inanmak, kalben sevmek ve bedenen itaat etmektir. Bediüzzaman’ın ifadesi ile “Kâinatta en yüksek hakikat imandır.” İmandan sonra imanın gereği olan itaat ve bunun alameti ve delili olan namaz gelir.
İnanç ile ilgili esaslar zanni ve ehadî bilgilerle belirlenemez. İman ile ilgili hususlar insanın ebedi hayatı ile ilgilidir. Kesin delillere dayanması gerekir. İtikada ait bilgiler kesinlik ifade eder. Bu da Kur'an-ı Kerimin sübut ve delâlet yönlerinden kesinlik ifade eden ayetleri ile kesinleşir.
İtikat, akdetmek yani gönül bağlamak kelimesinden türemiştir. İman ile eş değerdir. Terim olarak Allah’ın inanılmasını istediği şeylere şüphe duymadan kesin olarak inanmak demektir. Allah insana aklı anlama ve kavrama aleti olarak vermiştir. Aklın anlaması ve kavrayabilmesi için de bilgiyi yardımcı kıldı.
Doğru inanç akıl ve hayatın gerçekleri ile bütünleşmiş olan imandır. Hayatın gerçeklerine cevap vermeyen, akıl ile anlaşılmayan ve insanı huzura kavuşturmayan inanç doğru bir inanç olamaz. Aklı tatmin, kalbi memnun etmeyen ve insanı huzura kavuşturmayan bir inanç ya eksiktir veya bozuktur.
İnanç insan, varlık ve yaratıcı arasında anlamlı bir bağ kurar. İnsanın yaratılış amacını, varlığın sebebini ve insanın onlarla münasebetini akla uygun bir şekilde ortaya koyar. Bunu gerçekçi ve akılcı bir şekilde sağlamayan inanç ilâhi olma vasfını da kaybetmiş demektir.
İlâhî kaynaktan gelmeyen, vahiy eseri olmayan ve peygamberler tarafından telkin edilmeyen sistemlere din denemez. İlahi kaynaktan beslenmeyen felsefi düşünceler insan aklının eseri olup felsefî birer ekol sayılırlar. Bu sebeple yeryüzünde üç din vardır: Tevrat’a dayanan Hz. Musa’nın (as) tebliğ ettiği Yahudilik, İncil’e dayanan Hz. İsa’nın (as) telkin ettiği Hıristiyanlık ve Kur’ana dayanan Hz. Muhammed’in (asv) tebliğ ve tatbik ettiği İslam dinidir. İslam dini ilk nazil olduğu gibi hiçbir insanın fikri ve düşüncesi karışmadan ve değişime uğramadan nazil olduğu gibi durduğu halde Yahudilik ve Hıristiyanlık insanların heva ve hevesi doğrultusunda değiştirilerek asliyetini yitirmiştir. Bunun için bu iki dine “Muharref” yani insanların tahrifine uğramış din denir.
Dinin temeli inançtır. İnanç esasları Hz. Âdem’den (as) günümüze kadar değişmemiştir ve değişmez. Çünkü inanç birdir ve bir bütünlük içindedir. İnancın temelini Allah’a iman teşkil eder. Allah’a iman ise Allah’ın varlığı, birliği, ezeli ve ebedi olması, hiçbir şeye muhtaç olmaması, hiçbir varlığa benzememesi ve her şeye kadir olmasını iktiza eder. Bu altı sıfattan birinin eksik veya noksan olması ulûhiyete zıttır. Bu zâtî sıfatlara sahip olan Allah haydır ve kayyumdur, her şeyi bilir, her ihtiyacı işitir, her muhtacı görür, mahlûkatı ile konuşur, her şeyi bilir, her şeye gücü yeter, istediği olur, istemediği olmaz ve onun iradesi dışında hiçbir şey olamaz. Dolayısıyla her yerde hazır ve her şey ona nazırdır. Bu inanca “Tevhit İnancı” denir.
Tevhit inancı Allah’ın birliğini esas aldığı için meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe ve kadere inanmayı da zaruri olarak gerektirir. Allah’ın birliği inancın da birliğini zaruri olarak gerektirir. Bunun için iman bu altı esastan ortaya çıkan birlik inancıdır. Nasıl ki insan beş harften meydana gelen bir anlam bütünü ve akıl, nefis, ruh ve kalpten müteşekkil bir varlıktır, aynı şekilde iman da imanın altı esasından meydana gelen bir manadır. Biri eksik olursa o zaman iman olmaktan çıkar.
İnancın üç esası vardır. Allah’ın birliği, peygamberin ve ahretin varlığı. Bu üç esasa Tevhit, Nübüvvet ve Haşir denir. Vahiy ve peygamberin meleksiz ve kitapsız olması mümkün olmadığı açıktır. Vahiy Allah’ın konuşması olunca elbette Allah ile konuşan bir peygamber olacaktır. Kitap ise yazılı olması gerekmez. Allah’ın mesajını içeren sözlü ifadeler yazılsın yazılmasın kitap adını alır. Ezberlenerek dilden dile nakledilerek gelebilir ki sahifeler ve yazının ortaya çıkmasından önceki vahiyler böyle sahifeler ile insanlığı irşat etmiştir.
İman:
1. İnsan, hayat ve kâinat bütünlüğünü sağlar,
2. Yakîn ifade eden kesin bilgileri içine alır.
3. Delillere dayanır, şüphe ve zan içermez.
4. Akıllarda ve kalplerde bulunan şüpheleri giderir.
5. Son derece sade, berrak ve net bilgileri içine alır.
6. Akıl tarafından kabul edilebilir ve anlaşılabilir.
7. Tahmine ve zanna asla yer vermez, kesinlik ifade eder.
İtikadi bilgiler yakîn yani kesinlik ifade eden bilgilerdir. Kesinlik ifade ettikleri için bu bilgilere İMAN denilmiştir. Ancak bunun anlaşılması aklî delillere bağlıdır. Aklî deliller ile aklın anlayarak kabul etmesi kalbin de tatminini netice verir. Bu durumda deliller ile takviye edilen bir inanç kuvvetlenerek “ilme’l-yakîn”, “ayne’l-yakîn” ve “hakka’l-yakîn” bir imanı insana kazandırır. Kur’ân-ı Kerim ve Onun hakikatli bir tefsiri olan Risale-i Nur Külliyatı okuyanına böyle yakînî bir imanı kazandırır.