M. Ali KAYA
İNSAN SEVGİSİ VE MEDENİYET
M. ALİ KAYA

Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “İnsanın hakkı olan şeyleri kısmayın ve yeryüzünde bozgunculuk yapmayın ve asayişi ihlal etmeyin!” (Şuara, 183) ferman eder. Bu ayet insanların temel hak ve hürriyetlerine dokunulmaması gerektiğini ifade eder. İnsanlar arasında barışı, huzuru, asayişi ve sevgiyi artıran husus insanlara haklarını vermek, haksızlık ve zulüm yapmamaktır.
Haklar ya doğuştan Allah’ın verdiği haklardır veya insanın kazancı ve emeği ile sonradan kazandığı haklardır. Hayat hakkı gibi haklar temel haklardır. Mülkiyet ve şeref ise kazanılan haklardır. Yüce Allah’ın “Hakk” ismi hakların korunmasını istemektedir. Bu husus hukukun alanına girmektedir. Peygamberimiz (asm) “Biriniz kendisi için sevip istediğini başkası için de sevip istemedikçe gerçekten iman etmiş olmaz” (Müsned-i Ahmed, 1:113.) buyurarak hem temel haklara hem de ahlakî haklara dikkatimizi çekmiştir. Kişinin Allah katında makbul bir insan olabilmesinin ön şartı Allah’ın kullarına saygı ve sevgi çerçevesinde davranmasına ve hak sahibine hakkını vererek haksızlık ve zulüm yapmaması oranındadır. İnsanların hayırlısı mü’min kafir ayırımı yapmadan insanlara faydalı olandır. (Buhari, Megazi, 35.)
Allah bencil insanları sevmez. Peygamberlerini insanlara gönderirken onlardan “Benim kullarıma hizmet edeceksiniz, kullarımı kendi hizmetinizde istihdam etmeyeceksiniz” diye söz alarak nübüvvet ile görevlendirmiştir. Durum böyle olunca insana hizmet en değerli hizmettir. İnsan kendisi için yaşamamalı, toplum için, insanlık için yaşamalıdır. İnsanların mutlu olduğu yerde kendisi de mutlu olur; ama insanların mutlu olmadığı yerde hiçbir akıl ve vicdan sahibi insan mutlu olamaz. Zira insan ebnay-ı cinsi ile alakadardır. Ve insan ihtiyaçlarını gidermek için toplum içinde yaşamak durumunda olan medenî bir varlıktır. Bir ekmeği yese kaç eli manen öpmek ve onların yardımını almak durumundadır. Bir elbiseyi giymek için de pek çok insanların yardımına muhtaçtır. Tek başına hayatını devam ettiremez. Bu sebeple insanı hayvandan ayıran en önemli özelliği başkalarını düşünerek, onların mutluluk ve huzurunu arayarak ve diğer insanlara yardım ederek hayatını devam ettirmesidir. Yalnız kendi nefsini düşünen insan masum olmayan bir canavar olur. İnsanı hayvanlardan daha aşağı mertebeye düşüren husus bencilliğidir.
İslam’da bencillik yasaklanmış, kınanmıştır. Müslüman kendisi için yaşamaz, başkaları için yaşar ve insanlığa faydalı olmaya çalışır. İnsanları rahatsız eden şeylerden uzak durur. O her konuda peygamberini örnek alır. Peygamberimizin (asm) “Ümmetî! Ümmetî!” buyurarak ümmeti olan insanlık için yaptığı fedakarlıklardan ders alır ve insanlara faydalı olmaya çalışır.
İnsanların arasına girerken güzel ve temiz bir kıyafetle girmek, onları rahatsız edecek kokulardan ve gürültülerden uzak durur. Nitekim Peygamberimiz (asm) “Cuma günü halkın arasında mescide gidenler kendileri için özel bir elbise ayırsa ne olur!” (Ebu Davud, Cuma, 13.) buyurmuş, “Boy abdesti alarak güzel koku sürünüp camiye gidenlerin günahlarının affedileceğini” (Nevevi, Riyazu’s-Sakihin, 2:443.) haber vermiştir. “Sarımsak ve soğan yiyerek mescide gelmeyin!” (Tecrid-i Sarih, 2:934.) İnsanları rahatsız etmeyin buyurmuştur.
Sahabelerine nasihat ederken “Ashabım! Sizler müminlerin yanına varacaksınız. Binek hayvanlarınıza dikkat edin. Kıyafetlerinizi düzeltin. İnsanlar arasında parmakla gösterilecek gibi olunuz. Çünkü Allah çirkinliği ve çirkin sözleri sevmez. Bunları yapanları da sevmez” (Ebu Davud, Libas, 15.) buyurmuştur. Yüce Allah’ın “Cemil” ismi kullarını güzel görmek ister ve çirkin hallerde bulunmalarını istemez. Ve Allah kuluna verdiği nimetlerin eserini üzerinde görmek ister. Zengin birisi fakir gibi yaşamamalıdır. Allah’ın kendisine ilim verdiği kişi de cahiller gibi davranmamalıdır. Peygamberimiz (asm) “Yiyiniz, içiniz, sadaka veriniz ve güzel giyininiz. Ancak bunlarla kibirlenmeyin ve gurura kapılmayın. Şüphesiz Allah kuluna verdiği nimetin eserini üzerinde görmek ister” (Buhari, Libas, 1; İbn-i Mâce, Libas, 23.) buyurmuşlardır.
Yoldan ezayı kaldırmak imandandır Peygamberimiz (asm) “İman altmış küsur şubedir. En üstünü Lâ ilâhe illallah demektir. Ednası da yolda insanlara eziyet verecek olan bir şeyi kaldırmaktır. Haya da imandan bir şubedir” (Müslim, İman, 58.) buyurdular. İnsanların hayrına yapılan her şeyin Allah katında sadaka olduğunu da haber vermiştir. (Müslim, Zekât, 55.)
Peygamberimiz (asm) Medine’de yüksek bir İslam Medeniyetinin temellerini attı ve bunun üzerine çok sağlam bir İslam binası inşa eyledi. Buna “Şeriat-ı Muhammediye” denildi. Bu sebeple hicret ettiği “Yesrib”in adı “Medinetü’n-Nebi” adını aldı. Medeniyet teknik ve teknoloji değil, bir iman ve ahlak, ilim ve kültürdür. İslam medeniyeti budur.
Peygamberimiz (asm) “Müslümanları, insanları yollarında rahatsız edene lanet vacip olmuştur” (İ. Canan, Sünnette Terbiye, Diyanet-1980, s.98.) buyurur. Yine “Ümmetimin iyi ve kötü amelleri bana arz olundu. İyi amelleri arasında yoldan kaldırılan ezayı, kötü ameller arasında da yola atılan gömülmemiş tükürük vardı” (İbn-i Mâce, Edeb, 7.) buyurmuşlardır. Bu derece çevre temizliğine önem veren peygamberim (asm) ümmeti olmak ve ona layık olmak için Müslüman olarak ne yapmamız gerektiği gayet açıktır.
Bütün bu hadisler göstermektedir ki insanlığın huzur ve saadeti dünyada da Peygamberimizin (asm) getirdiği şeriatı ve sünnetidir. Onun yoluna girip şeriatına tabi olanlara ne mutlu. Onlar hem dünya hem ahiret saadetini elde edeceklerdir.
Medeniyet ve Şehirlilik Kültürü
İslam’da ferdin disiplinine ve toplumun düzenine önem verilmiştir. Şehirleşmeye ve çevre düzenine de önem verilmiştir. Oğlu İbrahim’in kabrini hazırlarken Peygamberimiz (asm) “Kabrin içinde bir çukur görüyorum” buyurarak orayı eliyle düzeltti. Sahabeler “Ya Resulallah! O ne fayda verir ve ne de zarar verir!” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz (asm) “Onun ölüye zarar veya fayda vermeyeceği doğrudur. Fakat dirinin gözüne dokunur ve dirileri rahatsız eder. İnsan bir işi yapınca Allah onun mükemmel yapılmasını ister ve sever” (Bekir Topaloğlu, Arapça Metinler, s. 98.) buyurdular.
Peygamberimizin bu inceliği ve en basit gibi görünen bir konuda duyarlılığı ve mükemmellik istemesi, başka her konuda ne derece dikkat etmemiz ve önem vermemiz gerektiğini bize ders vermektedir.
Nitekim Peygamberimiz (asm) Medine’de yolların genişliğine, meskenin geniş olmasına, yüksek olup diğerlerini gölgede bırakmamasına ve avlusunun olmasına önem vermiş ve yapılanmanın buna göre olması gerektiğini sahabelerine öğretmiştir. (İ. Canan, İslam’da Çevre, Sağlığı, s.98.)
Toplumda yaşayan insan başkalarını düşünerek hareket etmelidir. İnsanın temel özelliği başkalarını düşünerek hareket etmesidir. Sair canlılar kendi nefislerini düşünürler. Bu konuda zarar vermemek asıldır. Peygamberimiz (asm) “İslam’da zarar vermek de zarar görmek de yoktur” (İbn-i Mâce, Ahkam, 17; Malik, Muvatta, Akziye, 31; Müsned-i Ahmed, 1:313.) buyurmuşlardır. Bu hadis-i şerife göre başkalarının hukukuna tecavüz edilmemesi gerektiği gibi kendi hukukumuzu da korumamız şarttır. Peygamberimiz (asm) “Başkalarına zarar verene Allah zarar verir, başkalarına zorluk çıkarana da Allah zorluk çıkarır” (İbn-i Mâce, Ahkam, 17; Ebu Davud, Akzıye, 31; Tirmizi, Birr, 27.) buyurmuşlardır.
Toplumda yaşayan insanların birbirlerine zarar vermemesi için yasalara ihtiyaç vardır. Yasalar zararları önlemek ve maslahatları elde etmek içindir. Nitekim “Bir şeyi baştan önlemek meydana geldikten sonra geriye sarmaktan daha kolaydır” (Kasani, Bedai, 2:270; 4:140.) denilmiş ve buna binaen yasalar yapılmış ve kurallar konulmuştur.
Yasaların bir sebebi de “def’i mefasit ve celb-i menafidir.” “Def-i mefasit celb-i menafiden evlâdır.” Bununla beraber “Zarara rızası ile giren acınmaz” bir kaide-i usuldür. Cezaların sebebi de budur. Dolayısıyla İslam toplumu yasalara bağlı, disiplinli bir toplumdur. İslam’ın amacı anarşiyi ve başıbozukluğu ortadan kaldırmak ve hukuk düzenini tesis etmektir. Bunu da hiyerarşik bir düzen içinde yapar. Anayasa, yasa, yönetmenlik şeklinde bir düzeni getirmiştir. Bu hiyerarşide alttaki bir kural üstündeki yasa ve anayasaya aykırı olamaz. Kur’an Anayasa’dır. Sünnet yasalardır. Mezhepler ve hukuk okulları ve fakihlerin içtihatları da yönetmenlikler şeklinde ortaya konarak disiplinli bir hukuk düzeni ve bu düzene bağlı bir şehirleşme, toplum ve medeniyet meydana getirmiştir.