M. Ali KAYA
ORTA ÇAĞ SKOLASTİK FELSEFESİ
M. Ali KAYA

Hristiyan Kilisesinin Antik Felsefeden istifade ile dini amaçlarına uygun geliştirdikleri felsefeye Orta Çağ Skolastik Felsefesi denilmektedir. Orta Çağ Felsefesi Hıristiyanlaştırılmış bir Antik Felsefesidir. Bu felsefeyi anlayabilmek için Hıristiyanlığın görüşlerini bilmek gerekir.
Şöyle ki:
1. Yoktan yaratan bir yüce Allah vardır. Bu yüce Allah’a karşı insan çok alçakgönüllü olmalıdır. Bu sebeple alçakgönüllülük en yüce erdemdir. Kibir ve gurur ise en büyük günahtır. Şeytan gurur yüzünden Allah’ın huzurundan kovulmuş ve Âdem (as) işlediği günah sebebiyle Cennetten dünyaya indirilmiştir.
2. İnsan ruhunun bir kişiliği vardır. Aristo’nun “Can” dediği şey budur.
3. Hz. İsâ (as) çarmıha gerilerek insanın günahına kendisini kurban ederek insanı kurtarmıştır. Bu kurtuluş insanlığa Allah’ın bir lütfudur. Ölüm korkusundan kişi kendisini bu inançla kurtarabilir.
Orta Çağ Felsefesi Stoacıların tek ilahlı inancından etkilenerek dini ve dogmacı bir felsefî akım oluşturmuşlardır. Hıristiyan dogmasının temellerini atan filozof ve din adamı Augustinus (İS: 354-430) evvela Felsefenin kuşkuculuğuna karşı çıkarak işe başlamıştır.
Augustinus’a göre mutlaka bir “doğru” vardır. İnsan bu doğruyu bulunca mutlu olur. Allah ve Ruh konuları üzerinde duran filozof insan geriye dönüşü mümkün olmayan bir zaman süreci içerisinde ileriye dönük olarak olgunlaşma sürecinden geçerek “İlâhî Devleti” (Teokratik Devlet) oluşturmak ve Allah’ın iradesinin hakimiyetini sağlamakla yükümlüdür.
Skolastik Felsefenin ilk döneminin (İS: 800-1200) en büyük temsilcisi Anselmus’un (İS: 1035-1109) öğretisine dayanır. Anselmus’a göre imanın esrarı, kavramların gerçekliğine dayanır. Allah’ın varlığın “Varlığın” da sebebidir. Bunun ispatı da “Varlığın sebebi” ilkesine göre ispatlanabilir. O “Anlamak için inanıyorum” demiştir.
Anselmus, Allah yetkin varlık, kendisinden büyüğü düşünülemeyen şeydir. Allah hiçbir şeyden pay almaz, kendisi kendi başına var olan şeydir. Ona göre Allah’tan başka her şey sonludur, bir başka şey içindir; bu başka şey de bir madde, bir araç anlamına gelemeyeceğine göre Allah’ın her şeyin yaratıcısı olduğunu kabul etmek gerekir. Allah her şeyi yoktan yaratmıştır ve sonsuz ideaları da örnek alarak yaratmıştır.
Kavramlar tümel ve tikel olmak üzere ikiye ayrılır: Tümel kavramlar, nesnelerden öncedir. Ali Ahmet gibi insanlar vardır; ama ondan önce “İnsan” kavramı vardır. Tümel kavram tüm insanlığın ortak özelliklerini taşıyan insan kavramıdır. Tikel kavram ise, fertler, bireyler ve nesnelerdir. Burada Platon’un felsefesi esas alınmıştır. Tümel kavramlar nesneleri oluşturur ve nesnelerden sonra da özneleri meydana getirirler.
12. Yüzyıl sonlarında Batı Platon ve Aristotales’i İslam Felsefesinin aracılığı ile Arapça çeviriler ve yorumları üzerinden geniş kadrosu ile öğrenince Skolastiğin parlak ikinci dönemi başlamıştır.
Aristo felsefesini İslam dünyasına tanıtanların başında İbn-i Sina (İS: 980-1037) gelmektedir. Ancak İslam Felsefesinin Batı dünyasını etkileyen en büyük düşünürü ise İbn-i Rüşd’dür. (İS:1126-1198) İbn-i Rüşd Aristo’dan hep “Filozof” diye söz eder. Din ile Felsefeyi birleştirir. Felsefe ile dinin iki ayrı kaynaktan, yani felsefenin akıldan ve dinin vahiyden geldiğini ve her ikisinin de aynı amaca hizmet ettiğini ve aynı şeyleri savunduğunu belirtir.
Skolastiğin İkinci Dönemi (İS: 1200 – 1500)
Skolastiğin ikinci döneminde Aristo Felsefesine dayanan en önemli Batılı düşünür Auqino’lu Thomas’tır. (İS: 1225-1274.) Thomas’a göre iman ve akıl ilişkisinde “Vahiy ve Akıl” iki ayrı bilgi kaynağıdır. Bunlar büsbütün örtüşmez, zira akıl çoğu zaman vahyin pek çok sırlarını tam olarak anlayamaz ve kavrayamaz. Ancak Allah’ı varlığını ispat edebilir. Bilim ispata dayanır. İman ise anlasa da anlamasa da doğruluğunu kabul edip şüphe edilmemesi gereken bilgilerdir. Bunun için felsefe iman mabedinin ancak kapısını aydınlatabilir. Mabedin içini ise aydınlatacak ancak vahiydir.
Thomas’a göre “Bilgi, insana vahyi kavratabilmek için yardımcı olabilirdi; ancak sonra yine vahyin naslarına iman ile birçok esrara vakıf olunabilir. İnsan imanın esrarına ancak alçakgönüllülük ile ulaşabilir.”
Thomas’ın ahlak öğretisi yine Hristiyanlığın kutsal kitabı İncil’e dayanıyordu. O Yunan ahlak anlayışı olan “yiğitlik, bilgelik, ölçülülük ve adalet” erdemlerine Hıristiyanlığın üç erdemini ilave eder. Onlar da “iman, sevgi ve umut”tur. Onun akılcı bir ahlak öğretisi vardır.
O “insan iradesi ile hürriyet içinde seçim yapabilir; ama iradeye yol gösteren, amaçları öğreten akıldır” der. Bizim fiillerimiz ve isteklerimiz Allah’ın iradesine uygun ise iyidir. İnsan ancak Allah’ın inayeti ile mutluluğa ulaşabilir” demektedir.
Toplum Felsefesinde (Sosyolojik) Aristo’ya uyan Thomas insanı “medenî, toplumsal bir varlık” olarak tanımlar. Allah insanı aciz yaratmış ve birbirlerine muhtaç etmiştir, bu sebeple toplum içinde yaşamaya mecbur etmiştir. Bu sebeple devleti de Allah istemiştir. Bunun için idarecilere ve yetkililere itaat etmek insanın en önemli vazifesidir. Devlet ise insanın ahlaklı ve erdemli olmasını, Allah’a yaklaşmasına ve kurtuluşa ulaşmasına zemin hazırlamalıdır. Ancak kurtuluşa “Kilise” daha çok aracılık ettiği için devletten üstündür der.
Thomas’tan sonra Skolastik Felsefenin üçüncü ve son aşamasına gelinir. Bu aşamada iman ve akıl birbirinden tamamen ayrılır. Felsefenin dinin hizmetinde olduğu dönem yavaş yavaş ayrılığa dönüşmeye başlar. Aklın ve deneyin ürünü olan felsefe ve bilimler dinden bağımsız olma yoluna girer.
Bu dönemin başlıca iki temel düşüncesi vardır.
Birincisi: Aklın ön plana çıkması: Platon ve Aristo idealarının aklın neticesi olduğunu savunmak. İkincisi, iradenin öne çıkmasıdır. Bunun da iki sonucu olmuştur. Birincisi felsefe ile bilimlerin dinden bağımsızlığına, ikincisi de insanın kilise karşısında hür ve bağımsız olmasına yol açmıştır. Böylece hür ve bağımsız bir dünya kültürü olan Rönesans (Rene issance) ufukta belirmeye başlamıştır. Bunun da temel sebebi İbn-i Rüşd, Farabi ve İbn-i Sina gibi İslam filozoflarının batıyı etkilemesi ve Avrupalı gençlerin Endülüs Medreselerinde okuyarak aydınlanmalarıdır.
Bu gelişmelerin başını çeken ise Duns Scotus’dur. (İS:1270-1308) Duns’un Felsefesinin en önemli özelliği “İrade” üzerine oturması ve hürriyetleri öncelemesidir. Ona göre irade akıldan öncedir ve akıldan üstündür. İnsan bilen değil, isteyen varlıktır. Bilginin de mutluluğun da kaynağı iradedir. Allah’ın da iradesi her şeye şamildir ve her şeyin üzerindedir.
Duns Scotus insan iradesinin hür olduğunu vurgular. İnsanın hür iradesi varsa o zaman kendisini kurtaracak yolları bulabilir ve kilisenin aracılığına gerek kalmaz. Bu görüşün yaygınlaşması ile kilisenin mutlak hakimiyeti zayıflamaya başlamıştır.
Skolastik Felsefenin son düşünürü ise “Akılcı” düşüncenin kurucusu olan Ockham’lı William’dır. (İS:1300-1349) Ona göre tümeller (idealar) bizim benzer şeylere taktığımız isimler ve verdiğimiz anlamlardır. Yine ona göre “Deneyler” tabiat ilimlerinin kaynağıdır. O “dogmalar metafizik alemi oluşturur, fiziki alemler ise deneylerle keşfedilir” demiştir. Ruhun ölümsüzlüğü, Allah’ın varlığı ve sonsuzluğu hep deney üstü ve deney dışı metafizik konulardır. Bunlara ancak inanılabilir; ama isbat edilemezler.
Din ile Felsefenin böyle birbirinden ayrılması Felsefenin de bağımsız bir yol çizmesini sağlayacaktır. Skolastik Felsefe din ile Felsefeyi birleştirmeyi amaçlamıştır ama sonuç tamamen tersi olmuştur.