top of page
  • Yazarın fotoğrafıM. Ali KAYA

OSMANLIDAN GÜNÜMÜZE HÜRRİYETÇİ DEMOKRATLAR

M. Ali KAYA

Osmanlıda ilk hürriyetçi demokrasi hareketi “Ahrar-ı Osmânî Fırkası” ile başlar. 1865’de Avrupa’ya giden hamiyetli Türkler İstanbul’a geldikleri zaman Batı’nın hürriyetçi fikirlerini de beraberinde getirmişler ve hürriyetin İslâmî bir değer olup, Hulefa-i Raşidin’in yönetimi olduğunu, hilafetin saltanata dönüşmesinden sonra ısırıcı, baskıcı bir sisteme dönüştüğünü, seçim ve liyakat yerine babadan oğula geçen bir saltanata dönüştüğünü dile getirerek hürriyeti savunmayan başlamışlardır. Onlara bu faaliyetlerinden ve hürriyetçi fikirlerinden dolayı “Ahrarlar” ve “Yeni Osmanlılar” denilmiştir. Batılılar onlara “Jön Türkler” adını vermiştir.

Osmanlı Ahrarları’nın başında Namık Kemal, Ziya Paşa, Şinasi, Agah Efendi, Ebuzziya Tevfik ve Ali Suavî gibi önemli şahsiyetler vardır. Bu değerli zevat I. Meşrutiyet’in hazırlığı olan “Kanun-i Esasi”nin yapılmasında ve parlamenter sisteme geçilmesinde büyük gayretler göstermişlerdir.


Abdulhamid’in “Meclis-i Mebusanı” askıya alarak “Yıldız Siyaseti” adı verilen tek başına Yıldız Sarayından Osmanlı ülkesini yönetmesi ve bu sisteme karşı çıkan Ahrarları sürgüne göndermesi ve zindanlara atması sebebiyle Ahrarlar Avrupa’ya, Paris’e ve Londra’ya gitmek zorunda kalmış ve faaliyetlerine buradan devam etmiş, çeşitli gazete ve dergilerle faaliyetlerini duyurmuşlar ve büyük bir destek görmüşlerdir. Daha sonra “İttihat ve Terakki Cemiyeti” adı altında teşkilatlanmışlar ve 1902’de Paris’te ilk kongrelerini yapmışlardır. Bu kongrede “Hürriyetçiler” ile “Devletçiler” olarak ikiye ayrılmışlardır.

Hürriyetçi kanadının lideri olan Prens Sabahattin liderliğinde “Ahrar-ı Osmaniye” yani “Osmanlı Ahrar Fırkası” adı altında 14 Eylül 1908’de İstanbul’da kurulmuş ve 1910’da kapanmıştır. Çünkü İttihat ve Terakkî’nin Selanik kolu 1909’da 31 Mart Hadisesinden sonra Selanik’ten İstanbul’a gelen “Harekât Ordusu” yönetime el koyarak saltanatı Selaniklilere teslim etmiştir. Onlar da kendilerine en fazla rakip gördükleri Ahrarları 31 Mart Olayının failleri ile beraber suçlayıp yargılamış, bir kısmını idam etmiştir. Diğerleri de başta Prens Sabahattin olarak yurt dışına kaçarak idam edilmekten kurtulmuşlardır. Çünkü Ahrarlar hürriyetçiliğin verdiği anlayışla “İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti” ile müttefik idiler. Ama ne var ki gazeteci Derviş Vahdetî bu cemiyeti siyaset alet ederek halkı kışkırttığı ve 31 Mart olayına sebebbiyet verenlerin başını çekmiştir. Başta Bediüzzaman olmak üzere bir kısım ulema İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti”ni siyasetten uzak tutmaya çalışmış ve Derviş Vahdeti’yi şiddetle ikaz etmişlerdi. 31 Mart Olayının çok boyutlu sebepleri olmakla beraber İttihatçılar bu olayı fırsat olarak görüp özellikle kendilerine rakip olan Ahrarları tasfiye için bu olayı ve Yargı mekanizmasını oldukça siyasi amaçlarına alet etmişlerdir.


Bediüzzaman Said Nursi hürriyetçi olduğu için Ahrarları desteklemiş, İttihat ve Terakkî’yi istibdada yöneldikleri için, İttihad-ı Muhammedî Cemiyetini de dini siyasete alet ettikleri için eleştirmiştir. Osmanlı Ahrar Fırkasının kapanmasından sonra Bediüzzaman da siyaseti bir derece terk etmiştir. Ondan sonra kurulan Hürriyet ve İtilaf Fırkasından hiç bahsetmez. Ta ki 1946’da Demokrat Parti kurulunca Bediüzzaman talebelerine şöyle buyurdu:


Otuz beş senedir ki siyaseti bırakmıştım ve Nurculara da “Bırakınız!” diyordum Sebebi, siyaset ihlâsı kırar. Fakat şimdi hissettim ki, bazı münafıklar dindarları perde yapıp dini siyasete âlet; sonra da siyaseti dinsizliğe âlet etmeye çalıştıklarından safdil dindarların hatırı için bir-iki defa siyasete baktım, gördüm ki: Bizi bu üç-dört mahkemede “Dini siyasete âlet ediyor” diye itham edenler kendileri dessasane dini tezyif etmek için kendileri sonra da siyaseti dinsizliğe âlet etmek için dinsizlik düsturlarını kanuna bağlamak gibi dünyada hiçbir şeddat, hiçbir zalimin yapmadığı bir dehşet gördüm. Şiddetli bir me’yusiyetim içinde, hürriyet başında bizimle, yani İttihad-ı Muhammedi (asm) Cemiyeti ile, İttihadçıların bir kısmındaki gizli farmasonlara muârız ve mânen bizimle, yani İttihad-ı Muhammedî ile müttefik olan Ahrar Fırkası yine otuz beş sene sonra dirildi, yine uyandı. Birden şeâir-i İslâmiyenin başında olan ezan-ı Muhammedî’yi farmasonların zincirlerini kırıp ilân etmesiyle; siyasetten kat’ı alâka eden, eskide “İttihad-ı Muhammedi” şimdi “Nurcular” nâmını alan ve İttihad-ı İslâm içinde bulunan kardeşlerimiz yanlış basmamak için bazı şeyleri söylemek isterdim. Fakat Risâle-i Nur benim bedelime konuşuyor dedim, yüzümü çevirdim." (Beyânât ve Tenvirler, s. 305.)


Bediüzzaman bir başka mektubunda şöyle der: “Eski tahribatı tamirata başlayan hakikî vatanperverler olan Demokrat namında hamiyetli Ahrarlar, yani hürriyetperverler, Nur ve Nurcuları takdir etmelerine çok minnettarım. Onların muvaffakiyetine çok duâ ediyorum. İnşâallah, o Ahrarlar istibdad-ı mutlakı kaldırıp tam bir hürriyet-i şer’iyeye vesile olacaklar." (Emirdağ Lâhikası, s. 519.)


Risale-i Nur Talebeleri de Bediüzzaman’ın vefatından sonra Ahrar ve Demokratların devamı olan siyasi çizgiden hiç kopmadılar. Adalet Partisi, Doğru Yol Partisi ve günümüzde de Demokrat Parti’yi desteklemeye devam etmektedirler.


39 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page