M. Ali KAYA
RESİM OLAN YERE MELEK GİRMEZ Mİ?
M. ALİ KAYA

CEVAP:
Hz. Aişe’den gelen bir rivayette üzerinde üzerinde resim bulunan bir perdeyi gören Peygamberimiz (asm) öfkelenmiş ve “Ey Âişe!" buyurdular, "Bil ki, kıyamet günü insanların en çok azap görecek olanı Allah'ın yarattıklarını taklit edenlerdir” buyurmuş, bunun üzerine Hz. Aişe (ra) onu kesip iki minder yüzü olarak kullanmıştır. (Buhârî, Libâs 91,95.) Peygamberimiz (asm) buna ses çıkarmamıştır. Böylece asılarak kullanılması uygun görülmeyen resimli perdenin minder yüzü yapılarak yere serilip üzerine oturularak kullanılabileceği caiz olduğu anlaşılmıştır.
İbn Hacer bu konuyu şöyle özetler: “Gölgesi olmayan tasvirler edinmek câizdir, ancak bunun hürmet ifade etmeyecek şekilde kullanılması gerekir. Yastık, minder yüzü gibi yere atılan, üzerine basılan eşya üzerinde olması gerekir.” İmam Nevevî, bu hükmün cumhûrun görüşü olduğunu, sahâbe ve tâbiînin ekseriyetinin bu kanaate vardıklarını, Süfyân-ı Sevrî, İmam Mâlik, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe, İmam Şâfiî gibi müçtehit imamların da bu görüşü benimsediklerini belirtir.
İmam Nevevî ayrıca şöyle demiştir: “Bu hadis canlıların resminin haram olduğunu, ancak ağaç ve benzeri ruhu olmayan şeylerin resmini yapmanın ve bu yoldan kazanç temin etmenin haram olmadığına delildir.”
Tahâvî konumuzla ilgili olarak şunları söyler: “Peygamberimizin (asm) İslâmiyet'in ilk yıllarında her türlü put, sûret ve resimleri menetmesinin sebebi; putperestlik üzerinden uzun bir süre geçmemiş olmasıdır. Put ve benzeri şeylere bir daha dönülüp ibadet edilmesin diye put ve ona yol açan her sûret ve resim yasaklanmıştı. Sonra İslâmiyet yayılıp, esasları iyice yerleşip anlaşıldıktan sonra putlar ve benzeri şeyler hakkındaki yasak devam etti; ama bez ve kağıt ya da benzeri şeyler üzerine yapılan resimlere dokunulmadı, bir bakıma serbest bırakıldı. Çünkü artık bu gibi resimlere saygı gösterenler olmazdı."
Günümüzdeki resimleri de kıyas yoluyla bir hükme bağlamışlardır: Tapmak için ve ta'zim etmek için hazırlanan resimlerle, müstehcen sayılanları kesinlikle haramdır. Resimle ilgili yasağın üç boyutlu, kabartmalı veya İslama aykırı olanlarla ilgili olduğunu söylemek mümkündür.
Resim Bulunan Odada Namaz Kılmak
Fotoğrafı ikiye ayırmak gerek; canlıya âit fotoğraflar, cansıza âit fotoğraflar. Canlıya âit fotoğraflar, ya yaşayacak şekilde boy resmi olur, yahut da yaşamayacak şekilde yarım resim olur.
Cansıza âit resimlerin, yâni manzaraların câiz olduğu kesindir. Çiçek, göl ve orman manzaraları gibi görüntüler çekilebilir, evlerin belli yerlerine asılıp ilâhî kudret takdirle seyredilebilir.
Canlıya âit boy resimlerini, insan, hayvan ve diğer canlı varlıklar gibi odanın duvarına asıp, bakınca tümüyle görünür hâlde bırakmak, bu odada namaz kılmayı mekruh hâle getirmek demektir. Bu itibarla, duvarlarında canlılara âit boy resimleri bulunan odada namaz kılmak mekruhtur.
Resimler kıble cihetinde ise mekruhluk şiddetlenir, yanda ise azalır, arkada ise daha da azalmış sayılır. Böyle resimler ya indirilmeli, yahut da üzeri örtülerek namaza durulmalıdır.
Kâğıt paralarla nüfus cüzdanlarındaki vesikalık resimler câizdir. Bunlar canlandığı farz edildiğinde yaşamayacak derecede küçük ve yarım olan resimlerdir.
Ayrıca bazı müseccel şahısları tanımak için çekilen zaruri boy resimleri için de ruhsat vardır. Bunlar ihtiyaç resimleridir. Hırsızlar, diğer suçlular ancak bunlarla kolayca adaletin pençesine teslim edilebilmektedir. Bugünkü resimlerin tapılmak için çekilmediğinden, tapılmak için yapılan resimler cümlesinden sayılmayabilirler.
Müstehcen resimlerin her türlüsü ise ahlâka, insanlığa ve İslâm’a aykırıdır.
Diyanetin Görüşü
Konuyla ilgili Diyanet İşleri Başkanlığının hazırladığı ilmihalde şu değerlendirmeler vardır:
“Dinimizde tapınılmak veya tazim gösterilmek amacıyla fotoğraf, resim ve heykel yapılması haramdır. İslam bilgin ve müctehidleri İslam ahlakına ve adabına aykırı olmayan, manzara, ağaç, taş ve hatıra resimleri gibi cansız şeylerin resimlerinin yapılmasını ve bu sanatla iştigal edilmesini caiz görmüşlerdir. İslam alimleri aynı zamanda tapınma ve tazim amacı güdülmeyen ve umumî adaba aykırı olmayan canlı varlıkların resimlerinin yapılmasını da caiz görmüşlerdir.
Klasik literatürde, resim ve heykel konusunda getirilen hükümler, büyük çoğunlukla “sûret” ve aynı kökten türeyen “tasvir” tabirleri etrafında cereyan ettiği için biz resim ve heykel konusunu “sûret” kavramı üzerinde yapacağımız çözümlemeyle açıklamak istiyoruz.
Sûret, Arapça’da daha çok “şekil, biçim, görünüş ve resim” anlamında kullanılmaktadır. Timsâl kelimesi de anlam bakımından sûrete yakındır. Sûret ile timsal kelimelerini eş anlamlı görenler bulunduğu gibi, bazı hadislerde sûret kelimesi yer yer timsal kelimesinin eş anlamlısı olarak kullanılmıştır. Bununla birlikte genelde dilciler, sûreti iki kısımda değerlendirerek, birincisinin gölgeli sûretler (timsal=heykel), ikincisinin ise resmedilen, çizimlenen diğer şeyler olduğunu belirtmişlerdir. Meselâ “Sizi yarattık, sonra tasvir ettik” (A‘râf, 7:11.) âyeti için getirilen yorumlardan birisi “Önce ruhlarınızı yarattık, sonra bedenlerinizi şekillendirdik” tarzındadır.
Hadislerde Suretler
“Melekler, içerisinde köpek ve tesâvîr bulunan eve girmezler.” (Buhârî, Libâs, 88.) “Melekler, içerisinde sûret bulunan eve girmezler; kumaş üzerindeki desen ve nakış müstesna.” (Buhârî, Libâs, 92.)
Sonuç olarak söylemek gerekirse, bilginler ağaç, dağ, taş gibi manzara resimlerinin çizilmesinin ve kullanılmasının, aynı şekilde insan bedenini tam olarak yansıtmayan sûretin mubah olduğunu ifade etmişlerdir. Nevevî gibi bir kısım âlimlerin, üzerinde canlı resmi bulunan kumaşların, yaygı, sofra bezi gibi amaçlarla kullanılabileceği, Tîbî gibi diğer bazılarının ise, bunların mutlak surette mubah olduğu şeklindeki açıklamaları göz önüne alınınca; artık günümüzde resim yapmanın ve resimli eşya kullanmanın, tevhid inancına aykırı bir sonuca götürme durumu veya endişesi olmadığı sürece, ilk dönemler hakkındaki yasağın kapsamına girmediğinin ve dolayısıyla haram olmadığının ifade edilmesiyle yeni bir şey söylenilmiş olmayacaktır.
Üzerinde Resim ve Sûret Bulunan Eşyayı Kullanmak.
Hanefîler, üzerinde insan veya hayvan resmi bulunan yaygı üzerinde namaz kılmada bir sakınca olmadığını belirtmişlerdir. Çünkü, resimli yaygının ayaklar altına alınması, resimlere değer vermeme anlamındadır. Ancak, resime ibadet etmeye benzeyeceği için yaygıdaki resimler üzerine secde edilmemesi tavsiye edilmiştir. Yine bu resimler (sûret veya tesâvîr), baş hizasından daha yukarıda, kişinin hizasında ve önünde asılı olarak bulunurken namaz kılmanın mekruh olduğu söylenmiştir. Resimler, kişinin arkasında veya ayakları altında ise, namaz mekruh olmayıp, resimlerin evde bulundurulmuş olması mekruhtur. Evde resim bulundurmanın mekruh olmasının gerekçesi ise, Cebrâil’in, “Ben içerisinde köpek veya sûret bulunan eve girmem” sözüdür.
Resimli elbise giymek mekruh görülmekle birlikte, bu elbise içinde kılınan namaz sahihtir. Fakat ihtiyaten yeniden kılınması uygundur. (Merginânî, el-Hidâye, 1: 362-364.) Hanbelîler de üzerinde canlı resimleri bulunan elbise giymenin haram olmayıp mekruh olduğunu belirtmişlerdir. (İbn Kudâme, el-Mugnî, 1:590.)
Abdürrezzâk, İbn Abbas’ın, içerisinde sûret bulunan kilisede namaz kılmayı kerih gördüğünü, Hz. Ömer Şam’a gittiğinde Hıristiyanların ileri gelenlerinden birinin Ömer için yemek hazırlatıp davet ettiğini, Ömer’in de, “Biz sizin kiliselerinize girmeyiz; çünkü oralarda sûretler vardır.” diyerek bu daveti geri çevirdiğini nakletmektedir. Râvi, Hz. Ömer’in “sûret” sözüyle timsali kastettiğini belirtmiştir. (Buhârî, Salât, 54.)
Resimli Eşyanın Alım Satımı.
Bilginlerin çoğunluğu, Hz. Âişe’nin satın aldığı resimli minderi Hz. Peygamberin (asm) iade ettirmeyerek, şeklini ve konumunu değiştirmek suretiyle başka bir amaçla kullanılmasına izin vermesinden hareketle, resimli eşyanın satımının câiz olduğunu söylemişlerdir.
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, İslâm öncesi dönem Araplar’ı da tek yaratıcı olan Allah’a inanmakla birlikte O’na, araya vasıtalar koyarak ulaşabileceklerini düşünüyor, bunun için de çoğu insan sûretindeki çeşitli resim ve heykelleri (put) aracı-tanrı kabul ediyorlardı. Başlangıçta insanın estetik duygusunun, yaratıcı düşünce ve hayal gücünün eseri gibi gözüken bu sûret ve heykeller soyut tanrı kavramına ulaşmakta zorlanan kişiler için giderek basit görünüm ve yapısından çıkıp madde ötesi güçleri temsil etmeye, hatta insanın tapınma ihtiyacını karşılayacak ölçüde kutsallık taşımaya başlamıştır. İslâm bu beşerî yanılgının çok yoğun olduğu bir dönem ve toplulukta ortaya çıktığı ve Allah’tan başka hiçbir yaratıcının ve mutlak güç sahibinin olmadığı (tevhid) fikrini tebliğinin odak noktası yaptığı için, haliyle insanları tevhid akîdesinden uzaklaştıracak, şirke bulaştıracak her türlü tehlike karşısında da çok temkinli davranmış, titizlik göstermiştir. Hz. Peygamber (asm)’in sûret ve timsal konusunda gösterdiği hassasiyet de bu yüzdendir. Ancak, naslardaki tasvir ile ilgili yasaklayıcı ve tehditkâr ifadelerde İslâm tebliğinin ileri dönemlerine doğru azalma görüldüğü gibi, müslümanların bu ilkel yanılgıdan iyice uzaklaşması ve bu yönüyle şirke bulaşma tehlikesinin azalmasına paralel olarak İslâm âlimlerinin de resim ve sûretler konusunda daha müsamahakâr davranmaya başladıkları görülmektedir.
Küçük çocukların oyuncakları ise heykel ve yasaklanan resim kapsamına girmez. Zira bunu peygamberimiz (asm) da gördüğü halde tebessüm ederek onaylamış ve yasaklamamıştır.
**
Risale-i Nurda Heykel ve Resim Konusu
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri heykel konusunda asla taviz vermemektedir. Medeniyetin kendi mehasininden saydığı heykeller konusunda putperestliğe, riyaya ve zulme teşvik eden yönüyle dinin haram kıldığı şirk, riya ve zulmü teşvik ettiği için kesinlikle haram olduğunu ifade eder. Aynı amaca hizmet eden resimleri de yasakladığını ifade eder.
“Sanemperestliği şiddetle Kur'ân men ettiği gibi, sanemperestliğin bir nevi taklidi olan suretperestliği de men eder. Medeniyet ise, suretleri kendi mehâsininden sayıp Kur'ân'a muâraza etmek istemiş. Halbuki, gölgeli, gölgesiz suretler, ya bir zulm-ü mütehaccir veya bir riyâ-yı mütecessid veya bir heves-i mütecessimdir ki, beşeri zulme ve riyâya ve hevâya, hevesi kamçılayıp teşvik eder” demektedir. (Sözler, 2005, 25. Söz, s. 664.)
Ahirzamanda gelecek olan Deccal kendi heykellerini yaptırıp insanları kanun zoru ile onlara saygı duymaya zorlayacağını Peygamberimiz (asm) haber vermiştir. Rivayette vardır ki, “Âhirzamanda Deccal gibi bir kısım şahıslar ulûhiyet dâva edecekler ve kendilerine secde ettirecekler.” Allahu a’lem, bunun bir tevili şudur ki: Nasıl ki padişahı inkâr eden bir bedevî kumandan, kendinde ve başka kumandanlarda, hâkimiyetleri nisbetinde birer küçük padişahlık tasavvur eder.
Aynen öyle de, tabiiyyun ve maddiyyun mezhebinin başına geçen o eşhas, kuvvetleri nisbetinde kendilerinde bir nevi rububiyet tahayyül ederler ve raiyetini kendi kuvveti için kendine ve heykellerine ubudiyetkârâne serfüru ettirirler, başlarını rükûa getirirler demektir. (Şualar, 2005, 5. Şua, s. 912.)
Avukat Hulûsi Bitlisî Aktürk’ün belirttiğine göre, Bediüzzaman trenle Ankara’dan Van’a gitmek için istasyona gelen Bediüzzaman, orada dostları tarafından uğurlanır. Bu esnada istasyondaki evinde kalan Mustafa Kemal da yanına gelir. Ayak üzeri heykel konusunda konuşurlar. Mustafa Kemal ona heykel hakkındaki kanaatlerini sorar. Bediüzzaman da “Büyük Kur’ân’ımızın bütün hücumu heykelleredir. Müslümanların heykelleri ise hastahaneler, mektepler, yetimleri koruyan yurtlar, mâbedler, yollar gibi âbideler olmalıdır” cevabını verir. Sonra yürüyerek kendisini Van’a götürecek trene biner. (Necmeddin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî (13. Baskı), 264-265.)
Kadınlara ait resimleri yapmak ve müstehcen resimlere bakmak konusunda ise şöyle der: “Hem Kur'ân, merhameten, kadınların hürmetini muhafaza için, hayâ perdesini takmasını emreder - tâ hevesât-ı rezilenin ayağı altında, o şefkat madenleri zillet çekmesinler; âlet-i hevesat, ehemmiyetsiz bir metâ hükmüne geçmesinler. Medeniyet ise, kadınları yuvalarından çıkarıp, perdelerini yırtıp, beşeri de baştan çıkarmıştır. Halbuki, aile hayatı, kadın-erkek mabeyninde mütekabil hürmet ve muhabbetle devam eder. Halbuki, açık saçıklık, samimî hürmet ve muhabbeti izale edip ailevî hayatı zehirlemiştir. Hususan suretperestlik, ahlâkı fena halde sarstığı ve sukut-u ruha sebebiyet verdiği şununla anlaşılır.
Nasıl ki, merhume ve rahmete muhtaç bir güzel kadın cenazesine nazar-ı şehvet ve hevesle bakmak, ne kadar ahlâkı tahrip eder. Öyle de, ölmüş kadınların suretlerine veyahut sağ kadınların küçük cenazeleri hükmünde olan suretlerine hevesperverâne bakmak, derinden derine hissiyât-ı ulviye-i insaniyeyi sarsar, tahrip eder” (Sözler, 664.) demektedir.
Bediüzzaman İstismara Sebep Olmaması İçin Kabrinin Gizli Olmasını İstemiştir.
Bediüzzaman büyük insanların kabirlerinin sünnet-i seniyyeye uyulmadan ziyaret edildiğini ifade ederek kendi kabrinin gizli olmasını ve türbe gibi şeylerin yapılmamasını ve kabrinin ziyaret edilmemesini ister. Talebelerinin “Kabri ziyarete gelenler Fatiha okur, hayır kazanır. Acaba siz ne hikmete binaen kabrinizi ziyaret etmeyi men ediyorsunuz?" sorusuna şöyle cevap verir:
Üstadımız dedi ki: “Bu dehşetli zamanda, eski zamandaki firavunların dünyevî şan ve şeref arzusuyla heykeller ve resimler ve mumyalarla nazar-ı beşeri kendilerine çevirmeleri gibi, enaniyet ve benlik, verdiği gafletle, heykeller ve resimler ve gazetelerle nazarları, mânâ-yı harfîden mânâ-yı ismiyle tamamen kendilerine çevirtmeleri ve uhrevî istikbalden ziyade dünyevî istikbali hayal edinmiş olmaları ile, eski zamandaki lillâh için ziyarete mukabil, ehl-i dünya kısmen bu hakikate muhalif olarak mevtanın dünyevî şan ve şerefine ziyade ehemmiyet verir. Öyle ziyaret ediyorlar.
Ben de Risale-i Nur’daki âzamî ihlâsı kırmamak için ve o ihlâsın sırrıyla, kabrimi bildirmemeyi vasiyet ediyorum. Hem şarkta, hem garpta, hem kim olursa olsun, okudukları Fatihalar o ruha gider. “Dünyada beni sohbetten men eden bir hakikat, elbette vefatımdan sonra da o hakikat bu suretle, beni sevap cihetiyle değil, dünya cihetiyle men etmeye mecbur edecek" dedi. (Emirdağ Lahikası, 2006, s. 810.)
Vehhabilerin kabirlere ve türbelere olan hücumlarının hikmetini de Bediüzzaman şöyle açıklar: “Şu asırda enâniyet o derece dizgini eline almış ki, çok insanlar birer küçük Firavun ve birer küçük Nemrud hükmüne geçmişler. İşte ehl-i gaflet ve ehl-i dalâlet ve bu mağrur ehl-i enâniyet nazarında kıyâs-ı binnefs olarak, eâzım-ı İslâmiyenin nâmdarlarını, hâşâ enâniyetle ittiham ettiklerinden, hem o ehl-i gaflet ve dalâlet kendileri Allah’ı tanımadıkları için, çok şeylere, çok zâtlara birer nevî rubûbiyet tahayyül ettikleri bir hengâmda ve sanemperestliğin, başka bir nevi olan heykelperestlerin ve sûretperestlerin gâyet müthiş bir riyâkârlık mânâsında olan şan ve şeref peşinde koştukları bir zamanda, eâzım-ı İslâmiyenin türbelerine câhilâne ve müfritâne bir sûrette avâmların takdîs derecesinde hürmetleri, elbette hikmet-i şer’iye noktasında kader münâsip görmedi ki; bu muharribleri Ehl-i Sünnete taslît etti. Onlarla tâdil edecek” (Mektubat, 2005, s. 622.) şeklinde cevap vermiştir.
Heykellerin ve Heykele Benzer Resimlerin Yasaklanmasının Hikmetleri
Bediüzzaman heykelleri ya cisimleşmiş bir zulmüm ifadesi, ya heva ve hevesin maddi bir tezahürü, ya da riya ve gösterişin cesed giymiş şekilleridir. Bunların ortaya çıkış sebebi olarak ta Otuzuncu Söz'de şu izahlar yapılmaktadır:
“İşte, diyânet silsilesine itaat etmeyen silsile-i felsefe ki, bir şecere-i zakkum sûretini alıp, şirk ve dalâlet zulümâtını etrafına dağıtır. Hattâ, kuvve-i akliye dalında, dehriyyun, maddiyyun, tabiiyyun meyvelerini beşer aklının eline vermiş. Ve kuvve-i gadabiye dalında Nemrudları, Firavunları, Şeddadları beşerin başına atmış. Ve kuvve-i şeheviye-i behîmiye dalında âliheleri, sanemleri ve ulûhiyet dâvâ edenleri semere vermiş, yetiştirmiş....
İşte, o şecerenin kuvve-i şeheviye-i behîmiye dalında beşerin enzârına verdiği meyveler ise, esnâmlar ve âlihelerdir. Çünkü, felsefenin esâsında, kuvvet müstahsendir; hattâ, 'Elhükmü lilgâlip.' bir düsturudur. 'Galebe edende bir kuvvet var.'; 'Kuvvette hak vardır.' der....
Zulmü mânen alkışlamış, zâlimleri teşcî etmiştir ve cebbârları ulûhiyet dâvâsına sevk etmiştir. Hem, masnu'daki güzelliği ve nakıştaki hüsnü masnua ve nakşa mal edip, Sâni' ve Nakkaşın mücerred ve mukaddes cemâlinin cilvesine nispet etmeyerek, 'Ne güzel yapılmış.' yerine, 'Ne güzeldir.' der, perestişe lâyık bir sanem hükmüne getirir. Hem, herkese satılan müzahraf, hodfüruş, gösterici, riyâkâr bir hüsnü istihsan ettiği için, riyâkârları alkışlamış, sanem-misâlleri kendi âbidlerine âbide yapmıştır....
O şecerenin kuvve-i gadabiye dalında, bîçare beşerin başında küçük büyük Nemrudlar, Firavunlar, Şeddadlar meyvelerini yetiştirmiş; kuvve-i akliye dalında, âlem-i insaniyetin dimâğına dehriyyun, maddiyyun, tabiiyyun gibi meyveleri vermiş, beşerin beynini bin parça etmiştir.” (Sözler, 30. Söz, s. 878.)
SONUÇ
Bediüzzaman Said Nursi hazretleri bu asırdaki gaflet ve dalaletten ve enaniyetten kaynaklanan “Tevhid” hakikatine ve inancına zarar verecek ve zedeleyecek olan, şöhretperestliği, heva ve hevesi, zulüm ve ahlaksızlığı teşvik etmeye sebep olan heykele kesinlikle karşı çıkar, “Kur’ânımızın bütün hücumu heykelleredir” der.
Resimlere gelince yine aynı şekilde şöhretperestliğe, enaniyete, zulme ve ahlaksızlığa sebep olacak olan resimleri de aynı gerekçe ile reddeder; ancak “Tarihçe-i Hayat” isimli eserine “Said’in resimleri konmalıdır” buyurarak bu asrın getirdiği zarurete binaen, günümüzde resim yapmanın ve resimli eşya kullanmanın, tevhid inancına aykırı bir sonuca götürme durumu veya endişesi olmadığından, resim yasağın kapsamına girmediğinin ve dolayısıyla haram olmadığının ölçüsünü vermek için gerek boy, gerekse yarım resimlerinin “Tarihçe-i Hayat” içine konulmasını istemiştir. Böylece Bediüzzaman bu gibi resimlere fetva verdiğini açıkça ifade etmiş ve fiilen de ispat etmiştir.
Dinimizin yasakladığı resim üç boyutlu olan heykeller ve bu heykellere benzeyen 160-180 cm büyüklüğündeki resimler ve afişlerdir. Siyasi liderlerin büyük boy resimleri ve afişleri bu hükme dahildir. Bunların da belden yukarısı var, aşağısı yoksa bu da caizdir. Zira yarım resim yaşayan bir adamı temsil etmez. Bu sebeple yasaklanan resim kısmına girmez.
Vecizeli-vecizesiz, yazılı-yazısız, manzaralı-manzarasız Bediüzzaman’a ait resimlerin çerçeveletilerek kıbleye gelmeyecek şekilde evlerde ve odalarda asılmasında bir sakınca yoktur.
Ancak;
1. Bediüzzaman’ın resimlerinin tenkit konusu olacak şekilde ders kürsüsü arkasında bulundurulması, resmi dairelerde asılan resimlere benzetilebileceği için kesinlikle sakıncalıdır.
2. İstismara ve tenkide konu olacak şekilde resim üzerinde durmak kesinlikle doğru değildir. Bediüzzaman bunun için kabrinin dahi gizli olmasını istemiştir.
3. Ders odalarında dikkati çekecek şekilde asılması da “Takva ve Azimeti” esas alan Nur Talebelerinin mesleğine uymamaktadır. Zira Nur Talebeleri ruhsatı değil azimet ve takvayı esas almak durumundadır. Özellikle Nur derslerinin yapıldığı menzillerde buna daha ziyade hassasiyet göstermeleri gerekir.
4. Namaz kılınan odalarda da kıbleye gelecek şekilde resimlerin asılmasının mekruh olduğu İslam alimleri tarafından ifade edilmiştir.
Bu mahzular dikkate alınarak “Tarihçe-i Hayat”a üstadın konmasına müsaade ettiği şekliyle Bediüzzaman’a ait resimlerin (vecizeli – vecizesiz, manzaralı- manzarasız) asılmasında sakınca yoktur.
Bu ölçüler çerçevesinde herkes düşünüp gereğini yapabilir. Bu hususta fazla söze ve münakaşaya gerek yoktur.