top of page
  • Yazarın fotoğrafıM. Ali KAYA

SALİH AMEL

M. Ali KAYA

Kur’an-ı Kerimde “Amel” kelimesi 350 defa geçmektedir. Amel, mihnet ve fiil anlamında olup çoğulu “âmâl” şeklindedir. Fiiller şuurlu ve şuursuz olur, yani bilerek bir fiili yaparsınız veya bilmeden yaparsınız. Ancak ameller, işler fiiller ne niyetle yapılırsa ona göre hüküm alırlar. Bunun için Peygamberimiz (asm) “Ameller niyetlere göredir” (Buhari, İman, 41; Müslim, İmare, 155.) buyurmuşlardır.


Yapılan amellerde irade/bilinç ve niyet vardır. İnsanda akıl ve irade olduğu için yaptıklarından sorumludur, iyi amellerinde mükafatı, şerli ve kötü amellerinde cezayı hak eder. Devlet memuru olan kimse vazifesini yasalar çerçevesinde yapar, yasalara uygun davranırsa mükafatı hak eder, yasalara ve yönetmeliklere aykırı davranırsa ceza alır. Suç işlenmiş ise mazeret kabul edilmez. Aynen bunun gibi İnsan da Allah’ın memuru ve askeridir; Allah’ın ve Resulünün emir ve tavsiyelerine uyan mükafatı hak eder, yasaklarını çiğneyen de cezayı hak eder.


Peygamberimize (asm) “Hangi amel efdaldir?” diye sorulmuş Peygamberimiz (asm) de “Allah’a ve Resulüne iman etmektir” (Buhari, İman, 18.) buyurmuşlardır. İmandan daha üstün bir amel yoktur. İmanı kuvvetlendirmek ve imanda terakki etmek, marifetullaha ait bilgilere sahip olmaktan daha önemli ve sevaplı bir ibadet yoktur. Zira en Allah’ın asla affetmeyeceği en büyük günah şirktir. Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde “Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları, dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a ortak koşan, kuşkusuz, derin bir sapıklığa düşmüştür” (Nisa, 4:116.) buyurur.


Şirkten korunmak ancak “Marifetullah ve Tevhid” hakikatlerini bilmeye bağlıdır. Bunu da bu zamanda en güzel şekilde anlatan ve şirkin her nevinden okuyanlarını kurtaran Risale-i Nurlardaki iman hakikatleridir. Bunun için Risale-i Nurlardan iman hakikatlerine dair bir bahsi bir saat okumak gündüz nafile oruç, gece nafile ibadetten çok daha sevaplı ve faziletlidir. Dinde esas olan şirkten uzak halis Tevhid inancıdır. İbadetler bu imanı muhafaza etmek ve imanda terakki ve tekâmül etmek içindir. İmandan şirk ve şüphe ibadetin makbuliyetini engeller ve yapılan ibadetlerin kabul edilmemesini ve geçersiz olmasını netice verir.


Kur’an-ı Kerimde Allah’ın zati sıfatlarını anlatan ve Rabbimizi tanıdan “Tevhid Suresi” olan “İhlas Suresine” “İhlas Suresi” denmesinin sebebi imanda ihlasın önemini ifade etmektedir. İmanda ihlas olmazsa ibadetlerde ihlas olmaz. Zira Rabbini tam bilmeyen tam ihlasla ibadete muvaffak olamaz.


Salih amel sahabe, tabiin ve ulema-i İslam’a göre farzlardır. Hz. Ali (ra) “Vaktinda tadil-i erkan ile kılınan namazdır” demiştir. Namaz yanında Ramazan’da şartlarına uygun tutulan oruç ve şartlarına uygun hac ibadeti gibi ibadetlerdir. (Bakara, 2:277.)

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri bu konuda şöyle der:


“Kur’ân-ı Hakîm’in nazarında imandan sonra en ziyade esas tutulan takva ve amel-i salih esaslarını düşündüm. Takva menhiyattan ve günahlardan içtinâb etmek ve amel-i salih emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır.


Her zaman def-i şer celb-i nef’a râcih olmakla beraber bu tahribat ve sefahet ve câzibedar hevesat zamanında, bu takva olan def-i mefâsid ve terk-i kebair üssü’l-esas olup, büyük bir rüçhaniyet kesb etmiş.


Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için takva bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, kebîreleri işlemeyen kurtulur. Böyle kebâir-i azîme içinde, amel-i salihin ihlâsla muvaffakıyeti pek azdır. Hem az bir amel-i salih, bu ağır şerâit içinde çok hükmündedir. Hem takva içinde bir nevi amel-i salih var. Çünkü bir haramın terki vacibdir; bir vacibi işlemek çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takva böyle zamanlarda, binler günahın tehâcümünde bir tek içtinâb, az bir amelle, yüzer günah terkiyle, yüzer vacib işlenmiş olur. Bu ehemmiyetli nokta, niyetle, takva namıyla ve günahtan kaçınmak kasdıyla, menfî ibadetten gelen ehemmiyetli a’mâl-i salihadır.” (Kastamonu Lahikası, s.154.)


Salihattan maksat akl-ı selim, zevk-i selim ve tabiatı müstakimin kabul ettiği, maslahata muvafık, umuma ve hususa faydalı olan ve herkesin iyi ve hayır olarak kabul ettiği amellerin tamamıdır. Salih amel iyiliktir, iyilik yapmak ve hem kendine hem başkalarına faydalı olmaktır. İyilik, Allah’ın emrettiği, peygamberin yaptığı ve tavsiye ettiği, aklın kabul ettiği, toplum tarafından güzel görülen ameller ve ahlakî meziyetlerdir.


Allah’tan başkası için yapılan her salih amel de zevale ve yok olmaya mahkumdur. Amellerin ahirette fayda vermesi ise Allah rızasına uygun ve Allah rızası için yapılan amellerdir. Nitekim yüce Allah “Sen Allah ile beraber başka bir ilâha ibadet etme. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O’nun zatından başka her şey yok olacaktır. Hüküm yalnızca O’nundur ve kesinlikle O’na döndürüleceksiniz” (Kasas, 28:88.) buyurarak Allah rızası dışında yapılan amellerin fayda vermeyeceğini haber vermiştir.


Bediüzzaman bu ayetin hakikatini şöyle ifade eder: “Hakîkat şudur ki: Her, şey nefsinde mânâ-i ismiyle fânîdir, mefkuttur, hâdistir, mâdumdur; fakat mânâ-i harfiyle ve Sâni-i Zülcelâlin esmâsına âyinedarlık cihetiyle ve vazifedarlık îtibârıyla şâhittir, meşhûddur, vâciddir, mevcuddur.


Hem, her biri birer harf-i mânidar olan mevcudâta mânâ-i harfî nazarıyla, yani, onlara Sâni hesâbına bakar; 'Ne güzel yapılmış, ne kadar güzel bir sûrette Sâniin cemâline delâlet ediyor.' der. Ve bununla, kâinatın hakiki güzelliğini gösteriyor. Ammâ, ilm-i hikmet dedikleri felsefe ise, hurûf-u mevcudâtın tezyinâtında ve münâsebâtında dalmış ve sersemleşmiş, hakikatin yolunu şaşırmış. Şu kitâb-ı kebîrin hurufâtına mânâ-i harfî ile, yani, Allah hesâbına bakmak lâzım gelirken, öyle etmeyip, mânâ-i ismî ile, yani, mevcudâta mevcudât hesâbına bakar, öyle bahseder. 'Ne güzel yapılmış'a bedel 'Ne güzeldir.' der, çirkinleştirir.” (Sözler, 12. Söz, s.193.)


“Çok Sözlerde izah ettiğimiz gibi, herşey, mânâ-yı ismiyle ve kendine bakan vecihte hiçtir; kendi zâtında müstakil ve bizatihî sabit bir vücudu yok. Ve yalnız kendi başıyla kaim bir hakikati yok. Fakat Cenâb-ı Hakka bakan vecihte ise, yani mânâ-yı harfiyle olsa, hiç değil. Çünkü onda cilvesi görünen esmâ-i bâkiye var. Mâdum değil; çünkü sermedî bir vücudun gölgesini taşıyor. Hakikati vardır, sabittir, hem yüksektir. Çünkü mazhar olduğu bâki bir ismin sabit bir nevi gölgesidir.


Hem “Küllü şey’in halikun illa vechehu” ayeti insanın elini mâsivâdan kesmek için bir kılıçtır ki, o da, Cenâb-ı Hakkın hesabına olmayan fâni dünyada, fâni şeylere karşı alâkaları kesmek için, hükmü, dünyadaki fâniyâta bakar. Demek, Allah hesabına olsa, mânâ-yı harfiyle olsa, livechillâh olsa, mâsivâya girmez ki, “Küllü şey’in halikun illa vechehu” kılıcıyla başı kesilsin.


Elhasıl: Eğer Allah için olsa, Allah'ı bulsa, gayr kalmaz ki başı kesilsin. Eğer Allah'ı bulmazsa ve hesabıyla bakmazsa, her şey gayrdır. “Küllü şey’in halikun illa vechehu” kılıcını istimal etmeli, perdeyi yırtmalı, tâ Onu bulmalı. (Mektubat, 15. Mektup, s. 95.)

“İman edenler ve salih amel işleyenler” ifadesi Kur’an-ı Kerimde 58 ayette geçmektedir. İki ayette “Bakıyat-ı Salihat daha hayırlıdır” şeklinde geçer. Bir ayette de “Ancak iman edenler ve salih amel işleyenler kurtulur” (Asr, 103:3.) şeklinde geçer.

Salih amel işleyenlere “Muhsiler” denir. Kur’an-ı Kerim “Allah muhsinleerin ecrini zayi etmez” (Tevbe, 9:120.) buyurur. “Allah salih amel işleyenleri hoş bir hayatla yaşatır ve ücretlerini de en güzel şekilde verir.” (Nahl, 16:97.) Yüce Allah salih amel işleyenlerin kötülüklerini ve günahlarını örter ve yaptıklarını en güzel şekilde mükafatlandırır.” (Ankebut, 29:7.) Ve salih amel işleyenleri salih insanlar arasına sokar.” (Ankebut, 29:9.)

7 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page