top of page
  • Yazarın fotoğrafıM. Ali KAYA

TÜRK DİLİ, KUR'AN DİLİ, RİSALE-İ NUR DİLİ

Güncelleme tarihi: 20 Mar 2021

M. Ali KAYA

Araplar Kur'an nazil olunca anlamadıkları için Peygamberimize (asm) itiraz ediyorlar ve "anlaşılmayan bir kitapla bize anlamadığımız şeyleri söylüyorsun" diyorlardı. Çünkü; Kur'an dine, imana, ahirete, ilahiyata ve ruhaniyata ait yüksek hakikatlerden bahsediyordu. Bu hakikatler de günlük ihtiyaç dili olan konuşma dili ile ifade edilemezdi. Bu nedenle Kur'an “Din Dili” ile nazil olmuştu. Müşriklerin itirazları da buna idi.


Araplar Kur'anda geçen cehennem yiyeceği "Zakkum" kelimesini bilmedikleri için Yemenlilerden sordular. “Zakkum ne demek? Muhammed bizim cehennemde zakkum yiyeceğimizi söylüyor” dediler. Onlar da “Biz zakkum diye avce hurmasına deriz” dediler. Ebu Cehil bunun üzerine Bir çuval hurma getirdi ve Kâbe’de müşriklere dağıttı. “Bakın, Muhammedin zakkum dediği bu yiyecekmiş, gelin hep beraber yiyelim!” dedi. Bunun üzerine Zakkumun ne olduğunu “Ziyafet mi hayırlı zakkum yemek mi? Biz onu zalimlere imtihan yaptık. O cehennemin dibinden çıkan, tomurcukları şeytan başına benzeyen, yiyince karınları şişiren dikenli bir cehennem yiyeceği” (Saffat, 37:62-67.) olduğunu haber vermiştir. Böylece Arapça’ya girmiş oldu. Türkçeye de “zıkkım” şeklinde girmiş ve öldürücü etkiye sahip olan zehir için kullanılmıştır. (Kâmus Tercümesi, 4:325-326.)


İbn-i Abbas’tan rivayet edilen bir hadiste Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Allah’tan O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslüman olarak can verin. Zakkum ağacından yeryüzüne bir damla düşürülse dünya halkı acılara gömülürdü; ondan başka yiyeceği olmayanların halini düşünün!” (İbn Mâce, Zühd, 38; Müsned-i Ahmed, 1:301, 338.)


Aynı şekilde “zerre” kelimesi de Kur’an ile Arap diline girmiş, peygamberimiz (asm) ashabına zerreyi anlatmak için elini toprağa sürüp silkelemiş ve “Elimde ne görüyorsunuz?” demiş. Onlar da “Hiçbir şey görmüyoruz” demişler. Peygamberimiz (asm) eline üfürmüş ve toz çıkmış. Sonra “İşte zerre bu tozdan daha küçük şeye denir” buyurarak izah etmiştir.


Risaleler de "Din Dili" ile yazıldığı ve Kur'an Tefsiri olduğu için ihtiyaç dili ile yüksek hakikatleri ifade edemez ve edilemez. Sadeleştirme bu açıdan dini hafife almak ve bir “İlim" olarak kabul etmemekten kaynaklanmaktadır. Çünkü “Fizik, Kimaya, Matematik, Astronomi, Tıp ve Hukuk dilini sadeleştirelim” diyen yok. Din dilini sadeleştirerek insanları dini hakikatlerden mahrum edelim düşüncesi vardır. Bu nedenle Risaleleri sadeleştirenler dine, imana ve Kur'ana hizmet ediyorum diye dine zarar verir ve insanları dinden Kur’ân-ı Kerimi anlamaktan uzaklaştırırlar.

Tükçe de gerçekte Kur’an dilinin ta kendisidir. Zira Türkler de cahiliye Arapları gibi kabileler halinde hayvancılık yaparak göçebe halde yaşarlarken islamiyet ile tanışmış, sonra şehirlere, yani medinelere yerleşerek medeni hayata geçmişlerdir. Sonra Kur’ânî kelime ve terimleri kendi dillerine mal etmişlerdir. Bu şekilde Türk diline girmiştir.


Kur’ân-ı Kerimde “Acele, Cevap, Sene, Cism, Fert, Saat, Saadet, Tabak, Zayıf, Ömür, Vesvese, Kalem, Kitap, Sahife, Zann” gibi 3197 kelime telaffuzu ile aynen geçmektedir. Telaffuzu aynen olmamakla beraber Kur’an-ı Kerimdeki kelimelerden türemiş olarak “Abes, Acaba, Adak, Âile, Ân, Ârıza, Cadde, Cenin, Cüsse, Çirkin, Darbe, Çorba, Felâket, İlaç, Sıfır, Ecnebi, Eczane, Terbiye, Ehliyet, Elbise, Esmer, Enfes, Hârika, Hayal, Merkez, Sohbet, Mermi, Miğfer, Nöbet, Rakam, Kırtasiye, Kibar” gibi 12.711 kelime Türkçe’ye geçmiştir. (Türkün Dili Kur’an Sözü, İstiklal Marşı Derneği, İstanbul-2016. s. Giriş, XXXIII.)


Türk dilinin Kur’an ile bu derece sıkı bir bağının olması sebebiyle dil üzerinde oynanan oyun aslında Türk milletini Kur’an’dan ve İslamiyetten uzaklaştırmayı amaçlayarak yapılmıştır. Buna karşı Bediüzzaman Said Nursi hazretleri Risale-i Nur dili ile mücadele etmiş ve Risale-i Nurların halis Türkçe olduğunu ve Türk dilini koruduğunu ifade etmiştir.


Risale-i Nurlar Halis Türkçedir ve Türk Dilini Korumaktadır

Risale-i Nur Külliyatı’nda “Osmanlıca” kelimesi geçmez. Bediüzzaman da Osmanlıca kelimesini kullanmaz “Türk Dili” ifadesini kullanır. Çünkü “Osmanlıca” diye bir dil yoktur.


Bediüzzaman “Münazarat” isimli eserin girişinde “Ben, Kürtçe düşünürüm, Türkçe ve Arapça yazıyorum” (ESDE, Münazarat, 204.) demektedir. “Şuâât-ı Mârifeti'n-Nebî” namındaki Türkçe bir risalede delâil-i nübüvvet-i Ahmediyeyi (asm) beyan etmişim. Hem onda Kur'ân-ı Hakîmin vücuh-u i'câzını icmâlen zikretmişim. Yine Lemeât namında Türkçe bir risalede Kur'ân'ın kırk vecihle mu'cize olduğunu beyan edip, kırk vücuh-u i'câzına işaret etmişim. (Nurun İlk Kapısı, 2000-Yeni Asya, s.112.)


Bediüzzaman Said Nursi hazretleri “Birinci Şua”da Risale-i Nur’a işaret eden Kur’an ayetlerinin tefsirini yaparken “Hak dini onlara açıklasın diye, her peygamberi Biz ancak kendi kavminin lisanıyla gönderdik." (İbrahim Sûresi, 14:4.) ayetinin tefsirinde bu ayetin “makam-ı cifrîsiyle ve baştaki âyetin işaretleri karinesiyle, risalet ve nübüvvetin her asırda veraset noktasında naipleri, vekilleri bulunmak kaidesiyle, bir mânâ-yı remzî cihetinde, vazife-i ırsiyeti yapan Risale-i Nur'u efradı içine hususî bir iltifatla dahil edip lisan-ı Kur'ân olan Arabî olmayarak Türkçe olmasını takdir ediyor” (Şualar, 2006, s. 1110-1111.) buyurmaktadır.


Nurun halis talebelerinden Halil İbrahim de “Türk lisanının sadmeler geçirmesine bakılırsa, Risale-i Nur, Türkçede, lisan üzerinde de imam olacağına, yani yarın hâlis Türkçe olan Risale-i Nur'un kesb-i imtiyaz edip diğerlerini terk edeceklerine dair işaret-i Kur'âniyedendir demiş olsam, hatâ etmemiş olurum zannederim.” (Emirdağ Lahikası, s. 137-138.) demiş Bediüzzaman bu mektubunu Risale-i Nur’a dahil etmiştir.


Bediüzzaman Eserlerini Türkçe Yazmıştır

“Hem ben bu memlekette Hulûsi, Sabri, Hafız Ali, Hüsrev, Re'fet, Âsım, Mustafa Çavuş, Süleyman, Lütfü, Rüşdü, Mustafa, Zekâi, Abdullah gibi yirmi-otuz Müslüman Türk gençlerini adeta yirmi-otuz bin millettaşlarıma tercih ettiğimi ve onları o otuz bin adam yerine kabul ettiğimi, bu dokuz senedeki Türkçe âsâr ile ve hizmetle göstermişim” (Barla Lahikası, s. 321.) ifadesi bunu göstermektedir.


Yine Bediüzzaman “Medresetü'z-Zehranın ve bütün Nur talebelerinin hem dahil, hem hariçte, hem Arapça, hem Türkçe Nurların neşriyatına çalışmalarını ve dindar Demokratların bir kısm-ı mühimmi Nurların serbestiyetine taraftar çıkmalarını bütün ruh u canımızla tebrik ediyoruz” (Emirdağ Lâhikası, s. 479.) buyurarak Risale-i Nurların Türkçe neşredilmesini istemektedir.


Üstadın bu ifadelerinden “Türk Dili”nin ancak Risale-i Nur’ların neşri ile korunabileceği anlaşılmaktadır. Zira Risale-i Nurlar din dili olan Kur’an dili ile yazılmıştır, Türk dili de Kur’an dili ile kendisini geliştirmiştir. Türk dilinde bulunan yaklaşık 16. 000 kelimenin Kur’an kaynaklı olması bunun en açık delilidir.


111 görüntüleme1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page